Çiçek: Abdullah Öcalan'ın özgürlüğünü tartışacak iklimi yaratmalıyız

img
İSTANBUL - HDK Eşsözcüsü Cengiz Çiçek, 24 yıl önce uluslararası komployla Türkiye'ye getirilen PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın toplumla bağ kurmasının ezilenlerin mücadelesine nefes aldıracağına işaret ederek, "Öcalan’ın özgürlüğünün tartışıldığı bir mücadele iklimi yaratmak zorundayız" dedi.  
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan'a dönük uluslararası komplo, 24'üncü yılını geride bırakıyor. 9 Ekim 1998'de Öcalan'ın Suriye'den çıkarılmasıyla başlayan süreç, 15 Şubat 1999'da Öcalan'ın Türkiye'ye getirilmesiyle devam etti. Öcalan, Türkiye'ye getirildiği tarihten bu yana İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde ağır tecrit koşulları altında tutuluyor. 25 Mart 2021'de yapılan kesintili telefon görüşmesinden bu yana da Öcalan'dan haber alınamıyor.  
 
Öcalan, ağır tecride rağmen ülkenin temel sorunlarının başında gelen Kürt sorununun çözümü için yoğun çaba harcadı. Ancak Öcalan'ın çözüm çabaları her zaman karşılıksız bırakıldı. Kürt sorununda demokratik bir yol izleneceğine dair vaatlerle 2002 yılında ülke yönetimine gelen AKP hükümeti döneminde de durum değişmedi. AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, her sıkıştığında İmralı'nın kapısını çaldı. Öcalan ile görüşmelerin yapıldığı dönemlerde demokrasi, insan hakları ve ifade özgürlüğü noktalarında ülke rahat bir nefes aldı. Ayrıca silahlar sustu. Ancak görüşmelerin olmadığı ve Öcalan'a dönük tecridin ağırlaştırıldığı süreçlerde silah sesleri hiç susmadı. Buna bağlı olarak ülke ekonomisi daha da kötüye gitti.  
 
Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eşsözcüsü Cengiz Çiçek, 25'inci yılına giren uluslararası komployu ve sonrasında yaşanan sürece dair Mezopotamya Ajansı'nın (MA) sorularını yanıtladı. 
 
 NATO ülkeleri ile birçok küresel gücün organizasyonunda gerçekleşen komplo ile amaçlanan neydi?  
 
Sayın Öcalan, uluslararası komployla Türkiye’ye teslim edilirken, Kürt sorununda çatışma ve savaş üzerinden bir çözümsüzlük politikası geliştirilmek istendi. Sayın Öcalan da o dönem için savaş ve çatışma politikalarını boşa çıkartmak için “Demokratik Cumhuriyet” tezini geliştirdi. Aslında o dönem için geliştirdiği fikriyatla, çözüm önerileriyle hem bir Kürt soykırımcılığının önüne geçti hem de bu yönüyle komployu boşa çıkardı. 1999’da geliştirilen komplonun temel aklı, Kürt sorununu tamamen çözümsüzlüğe havale eden genel bir uluslararası politikaydı. Bugün tecrit politikasının köklerini ve zeminini de aslında bu komplocu mantıkta aramak lazım. Bu yönüyle ele aldığımızda elbette ki Sayın Öcalan, komployu mücadelesiyle, fikirleriyle ve sunduklarıyla boşa çıkardı. 
 
 1999’da geliştirilen komplonun temel aklı, Kürt sorununu tamamen çözümsüzlüğe havale eden genel bir uluslararası politikaydı. Bugün tecrit politikasının köklerini ve zeminini de bu komplocu mantıkta aramak lazım. 
 
Kürt halkının muazzam direnişi, yine Kürt halkının dostları, Türkiye’nin ilerici güçleri, sol-sosyalist devrimcilerin yürüttüğü mücadele, komployu yıllar içerisinde boşa çıkardı. Hem Kürt sorununun demokratik çözümünü daha fazla gündeme getirmesi itibariyle boşa çıkardı hem de Türkiye’deki “Demokratik Cumhuriyet” mücadelesinin, halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesinin muazzam kazanımlarıyla sonuçlandığı bir yakın dönem tarihi yaşadık. Sayın Öcalan’ın İmralı Adası’nda geliştirdiği hem düşünsel hem felsefik hem de politik direniş, Türkiye ve Ortadoğu halkları nezdinde karşılık buldukça, sadece Kürt halkının özgürlük mücadelesi değil, Türkiye ve Ortadoğu’daki halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesi muazzam kazanımlar elde etti. Son dönem saldırıların hepsini bu kazanımlara dönük tarihsel bir saldırı dalgası olarak görmek mümkün. 
 
 Uluslararası komplo boşa çıkarıldığı için mi mutlak tecrit politikası devreye sokuldu?  
 
Gelinen aşamada çözümsüzlük politikasında başarısız olan ulusal ve uluslararası güçler, Sayın Öcalan üzerinde bir “hukuk komplosu" geliştiriyor. Tecridi derinleştirerek, zamana yayan, zamana yaydıkça çürütmeye ve unutturmaya çalışıyor. Öcalan gerçekliğini ve Kürt halkının özgürlük mücadelesi gerçekliğini aslında zaman içerisinde eritmeye, çürütmeye ve tasfiye etmeye çalışıyor. Ama Kürt sorununun Kurdistan sorunu haline geldiği, bu sorunun Türkiye’de, Ortadoğu’da ve bütün dünyadaki halkların demokrasi ve özgürlük sorunu haline geldiği bir başka tarihsel aşamaya geçtik. Kürtlerin yürüttüğü özgürlük mücadelesi ile Sayın Öcalan’ın önderliğini yaptığı fikri, politik ve toplumsal öncülük, artık sınırlarını aşmış bir halk gerçekliğiyle, bir mücadele gerçekliğiyle tanımlanabilir. Tam da buradan hareketle Sayın Öcalan’a dönük mutlak iletişimsizlik politikası, Kürt özgürlük hareketinin topyekün tasfiyesine dönük bir tarihsel saldırı dalgasıyla karşı karşıyayız.
 
 Öcalan'a dönük politikalar -tecrit gibi- topluma nasıl yansıyor? Nasıl bir bağ var? 
 
Sayın Öcalan sonuç itibariyle bir fikri, düşünceyi, politik hattı ve toplumsal mücadele bilincini temsil ediyor. Sayın Öcalan’a dönük uygulanan politikaların kendisi zaten Kürt halkının özgürlük mücadelesine dönük politikalarla paralel gidiyor. İmralı’da hukuk askıya alındığında,Türkiye ve Ortadoğu’da birçok yerde, yani devletin politikalarının ulaştığı her yerde yasa dışılığı ve hukuk dışılığı hep gördük. Bunu hep gördük. Devleti ya da iktidarı hukuk dışına çıkaran bu yönetim anlayışı artık bütün toplumu esir almış durumda. Aslında tecrit bu topraklarda özgürlüğü, demokrasiyi, huzuru, refahı, toplumsal barışı isteyen bütün direniş gruplarına, odaklarına dönük topyekun uygulanıyor. 
 
 İmralı’da hukuk askıya alındığında, Türkiye ve Ortadoğu’da birçok yerde, yani devletin politikalarının ulaştığı her yerde yasa dışılığı ve hukuk dışılığı hep gördük. Bu yönetim anlayışı artık bütün toplumu esir almış durumda.
 
Bugün İmralı’dan yaklaşık 22 ayı aşkın süredir haber alınamama halini artık olağan bir hal olarak göremeyiz, istisnayı bir durum gibi göremeyiz. Yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmi kodları, yüzyıldır Kürde uygulanan istisna hukukunun olağan hale gelmesinin adıdır. Kürt halkının özgürlük taleplerine, statü taleplerine dönük bütün tarihsel saldırıların özünde şu vardır; Kürt sorununa çözümsüzlüğü dayatan akıl, bugün itibariyle Kürdün statü talebinin karşılanmaması üzerinden ortaya çıkıyor.  
 
Her şey Kürt karşıtlığı ve inkarcılığı üzerinden şekillendiği için bazen toplumsal muhalefet kesimlerinde de şöyle bir yanılsama olabiliyor; Kürde dokunan sanki kendisine dokunmayacakmış, Sayın Öcalan’a uygulanan hukuksuzluk sanki bir gün kendisine bir hukuksuzluğa dönüşmeyecekmiş gibi. Kürdün inkarı, Kürde uygulanan istisna hukukunun artık gelinen aşamada bütün topluma hukuk olarak dayatılıyor. Artık nefes alamaz bir toplumsal gerçeklikten bahsediyoruz. Bunun sebebi yüz yıldır Kürde uygulanan soykırımcı ve imhaya dönük politikalardır. 
 
 Tecride karşı tepkiler de sürüyor; Bir yandan hukuk örgütleri ve siyasetçiler başvurular yaparken, diğer yandan farklı eylemler gelişiyor. En son Bubo Taş ve Mehmet Akar bedenlerini ateşe verdi. Nasıl değerlendiriyorsunuz? 
 
Tecrit ve Kürt sorunu bağlamında hep altını çizdiğimiz bir tespit var; Yıllarca bahsettiğimiz bir yalın gerçeklik, hakikat kendini tekrardan gösteriyor. Siz hakikatin üstünü ne kadar örtmek isterseniz isteyin o hakikat kendisini bir özgürlük, isyan çığlığı olarak dışarıya vurur ve vuracak. Aslında son kendini yakma eylemlerinin de bize hatırlattığı gerçek o. Sayın Öcalan toplumsal karşılığı olmayan bir lidermiş muamelesi yapabilirsiniz. Sizin yasalarınızda bir suçlu olabilir. Yani siz öyle görebilirsiniz. Ama sizin egemenlik politikalarınız, yönelimleriniz, iktidarcı yönelimlerinizin hiçbiri Sayın Öcalan gerçeğinin toplumla, Kürt halkıyla, ezilen kimliklerle kurduğu bağın gerçekliğini değiştirmiyor. Bu kendini yakma eylemlerini yaşam hakkı üzerinden doğru bulmuyoruz. Ama sonuç itibariyle bu bir toplumsal, politik, duygusal bir gerçeklik. 
 
 Hakikatin üstünü ne kadar örtmek isterseniz isteyin, o hakikat kendisini isyan çığlığı olarak dışarıya vurur. Son kendini yakma eylemlerinin de bize hatırlattığı gerçek bu. Eylemleri tasvip etmesek de isyan halinin altında yatan dinamikleri anlamak zorundayız. 
 
Bu eylemleri tasvip etmesek de, oradaki duygu ve bilinç bağını, o isyan halinin kendisinin altında yatan dinamiklerin ne olduğunu anlamak ve bu gerçek karşısında rol ve görevimizi oynamak zorundayız. Bütün bu çürümelerin ve kaosun, krizin ve hep birlikte uçuruma sürüklenme haline "dur" diyecek tek şey Kürt sorununun demokratik çözümünü programını almak ve bunun pratik mücadelesini göstermektir. Kürtlere dönük imha ve inkar politikalarına, hala statüsüz bırakılmak istenmesi politikalarına karşı birleşik bir politik iradeye ve mücadele hattına her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Aslında kendini yakma eylemelerinin bize hatırlattıkları, söyledikleri, önerdikleri geçek bu. Herkes özgürlüğünü bu fikriyatta görüyor. Bu yüzden 'bu kadar bir toplumsal bilinç, mücadele bilinci haline gelmiş bir insana yaklaşımda artık 3 maymunları oynayamazsınız' diyoruz. O tasfiye politikalarını ve imha politikalarını derinleştiremezsiniz. Derinleştirdiğinizde bunun karşısında halklar zaten kendi öfkesini kusacak, sözünü söyleyecek, iradesini gösterecek. Tarih gösterdi. 
 
 Tepkiler sürerken CPT'den 'İmralı'yı ziyaret ettik' açıklaması geldi. Ama ziyaretin içeriğine dair açıklama yapmadı. Neden?  
 
CPT’nin bu son ziyareti artık ne kadar kaygı verici bir aşamaya ulaştığının (tecrit ve haber alamama) da göstergesi. Aslında bunun dolaylı itirafı ve oraya dair kaygılarımızı aslında haklı çıkartıyor. O yüzden “Bir bilinmezlik adası” diyoruz. CPT’nin açıklama yapmaması aslında çaresizliğin de bir göstergesi. Sonuç itibariyle uluslararası kurumlar, Kürt sorunu gibi yakıcı toplumsal sorunlarda kangren olmuş köklü sorunlar karşısında çözümsüzlüğe hizmet ediyor. Bu, kimi özgürlükçü kararlar almıyorlar demek, bunu inkar etmek demek değil. Gerçekten uluslararası örgütlerin Türkiye’deki hapishanelerin tamamının ve kimi davalar üzerindeki tavrını da gördük. Sonuçta bu hukuk kurumlarının hiçbirini devletler arasındaki çıkar ilişkilerinden bağımsız düşünmüyoruz, düşünemeyiz de.
 
 BM İnsan Hakları Komitesi’nin İmralı'daki mutlak iletişimsizlik haline son verilmesine dair Türkiye'ye Mart ayı sonuna kadar süre vermesi ne anlama geliyor? 
 
AB, ivedilikle Sayın Öcalan ile avukatlarının görüşmesini talep ediyor. Geçici tedbir hükmündeki bu kararın kendisi bile İmralı’daki durumun aciliyetini ve ciddiyetinin göstergesidir. Bunun nihai bir karar olmadığını biliyorum. Ama BM’nin bu geçici tedbir kararı, aynı zamanda Sayın Öcalan’ın içinde bulunduğu pozisyonun ne kadar önemli ve hayati olduğunun da göstergesi. Yani bu kurum böyle bir karar almışsa, devlete bunu öneriyorsa, 'bunu uygula' diyorsa, onlar açısından da kaygı verici bir durumun itirafıdır aslında. Niye bu kadar sistematik bir şekilde disiplin cezası veriliyor? Disiplin cezasının tek karşılığı gerçekten mutlak iletişimsizlik midir? Hayır. Politik hedefleri için hukuku önceliklerinin ve çıkarlarının paspası haline getirmiş, hukuku ayaklar altına almış iktidarın, artık bütün değerleri kendi iktidarı için peşkeş çektiği ve satılığa çıkardığı bir durumla karşı karşıyayız.
 
 Tecride son verilmesi ve İmralı kapılarının açılması neden bu kadar önemli? 
 
Tecridin kaldırılması, Sayın Öcalan’ın sözünü söylemesi ve toplumla bağ kurması, ezilenlerin ve Kürt halkının mücadelesine çok ciddi nefes aldıracak. Çünkü şahitliğimizle biliyoruz; Sayın Öcalan’ın çözüm önerileri, geliştirdiği fikirler gerçekten devletçi ve kapitalist akıldan çok çok daha önde, üstünde. Zaten bu tarihsel bütün kazanımlar bunu gösterdi, bunu ispatladı. Sayın Öcalan’ın üzerindeki tecridin kaldırılması, yeniden toplumla buluşması, sözünü kurması, olaylara ve gelişmelere çözüm önerilerine katkı sunması, sadece Kürt halkını değil, Türkiye ve Ortadoğu halklarının hepsini rahatlatacak. 
 
Sayın Öcalan'ın sözünü söylemesi ve toplumla bağ kurması, ezilenlerin ve Kürt halkının mücadelesine nefes aldıracak. Sadece Kürtlerin değil, Türkiye ve Ortadoğu halklarının hepsini rahatlatacak. Sayın Öcalan'ın özgürlüğünün tartışıldığı bir iklimi yaratmak zorundayız. 
 
Artık tecridin kendisini ortadan kaldırmak, İmralı rejiminin kendisini lağvedilmesini savunmak gerekir. Sayın Öcalan’ın halklar nezdinde ulaştığı düzey de karşılık düzeyi de artık inkar edilebilecek bir şey değil. Sayın Öcalan’ın da özgürlüğünün tartışıldığı bir politik iklim, bir mücadele iklimi yaratmak zorundayız. Yok tarih, bizim açımızdan da egemenler açısından da tekerrürden ibaret olur. Ama artık Kürt sorunu, geldiği aşama itibariyle bunu kaldırabilecek bir sorun değil. Türkiye ve Kurdistan halklarının mücadelesin geldiği düzey, artık tecrit olgusunun kendisini de kaldırabilecek bir düzey değildir. Yıkması gereken, yıkabilecek bir düzey ve potansiyeldir. Buradan bakmak gerekiyor. Sayın Öcalan’dan haber alıncaya kadar, kendisiyle sağlıklı, özgür ve hukuksal iletişim kanalları sağlanıncaya kadar, haber alamama halinin kendisine karşı topyekun mücadeleyi yükseltmemiz gerekiyor.
 
MA / Rukiye Adıgüzel