ANKARA - Türkiye’nin enerjide yüzde 76 oranında dışa bağımlı olduğunu belirten MMO Enerji Komisyonu Başkanı Oğuz Türkyılmaz, iktidar tarafından “ucuz enerji kullanacağız” söylemiyle yapımına başlanan nükleer santrallerin şimdi kullanılan enerjiden daha pahalıya mal olacağını, Rusya’ya bağımlılığı artıracağını söyledi.
Uzun yıllarını enerji politikası ve çalışmaları ile geçiren TMMOB’a bağlı Makine Mühendisleri Odası (MMO) Enerji Komisyonu Başkanı Oğuz Türkyılmaz, Mezopotamya Ajansı’nın (MA) Türkiye’nin enerji kapasitesi ve enerji politikaları ile son dönemde siyasi iktidarın gündeminde olan nükleer enerji santrali konularına dair sorularını yanıtladı.
Türkiye’de insanların zihninde Türkiye’nin enerji potansiyelinin yüksek olduğu fakat dış müdahalelerden dolayı bu potansiyelin kullanılmadığı algısı var. Türkiye’nin enerji potansiyelinin fotoğrafı nasıldır?
Türkiye doğalgazın yüzde 99,5’ini, petrolün de yüzde 92’sini ithal ediyor. Taş kömüründe yerli üretimimiz 2 milyon tona varmazken, 40 milyon ton taş kömürü ithal ediliyor. Yeryüzü fosilinde tek kaynağımız linyit o da vasıflı değil.
Türkiye bir kere en başında fosil yakıtlar açısından zengin bir ülke değil. Zengin olmadığı için de bugün tükettiğimiz doğalgazın yüzde 99,5’ini, petrolün de yüzde 92’sini ithal ediyor. Taş kömüründe yerli üretimimiz 2 milyon tona varmazken, 40 milyon ton taş kömürü ithal ediliyor. Yeryüzü fosilinde tek kaynağımız linyit o da genellikle kalori oranı düşük ve kilo oranı yüksek olanlar. Vasıflı linyitler değiller. Fosil yakıtlar konusunda dışa bağımlı olununca toplam enerji harcamamıza da dışarıya bağımlı oluyor. Doğalgazı, kömürü, ulaşımda kullanılan enerjinin hepsine bakıldığında toplamda yüzde 76 dışa bağımlı, yerli kaynaklar ise sadece enerji ihtiyacımızın yüzde 24’ünü karşılıyor.
Elektrikte de fosil yakıtları egemenliği var. Şu anda suyun tamamını yenilebilir enerji saysak da ki bu tartışmalı, yüzde 24 hidroelektrik, yüzde 6 mertebesinde hidro, yüzde birer, ikişer mertebesinde ise güneş ve jeotermal var. Bunların toplamı yüzde 30’ları ancak geçiyor ama yerli kaynakları, linyit ve benzerlerini de eklediğinizde yüzde 45’leri buluyor. Ama yenilebilir enerjinin payı daha düşük.
Bu verilerin ekonomik maliyeti ne oluyor?
Türkiye yüklü miktarda enerji girdileri ithalatı yapıyor. Büyük rakamlar ediyor. En son yüksek rakam 2012 yılında 60 milyar dolar para ediyordu. Sonra 54.9’a düştü, ardından fiyatlarda bir gevşeme oldu (petrol fiyatlarında) 37.8 milyar dolara düştü. 2016 yılında baya geriledi, 28 milyar dolar oldu. 2017 yılı içerisinde hem petrol fiyatlarında hem gaz fiyatlarında yukarıya doğru bir hareketlilik başlayınca (petrol fiyatları 40 dolardan 70 dolara çıktı bu süreçler içerisinde) 2017 yılında fatura tekrar yükseldi ve 36.8 yani iki yıl önceki rakama yakın bir düzeye geldi. Trend şuanda yukarı düzeyde.
Peki yenilebilir enerji kaynakları açısından fotoğraf nasıldır?
Yenilebilir enerji kaynakları açısından tabi çok zengin bir ülke Türkiye. Şu anda ve ileri dönemler için de projelendirmeler yapılmış durumda. Yüzde 80-85’i değerlendirilmiş durumda. Her ne kadar bazıları abartılı yaklaşsa da -ki ben de geçmişte öyle yaklaşıyordum, hidroelektrik kaynaklarının yüksek olduğu noktasında- durum tersi. Çünkü iklim değişti, yağış rejimleri çok fazla değişti. Nehirlerin güzergahında kentsel yapılaşma çok fazla oldu. Sulama amaçlı ve kentsel su ihtiyacı için kullanılan barajlar var. Bunlar dengeleri belli ölçüde değiştiriyor. Bu itibarla bugünden sonra çok büyük bir enerji beklentisinin gerçekçi olduğunu düşünmüyorum.
Ama onun dışında iki önemli kaynak var. Rüzgâr ve güneş. Biz şu anda rüzgârda yılsonu 7 bin megavata ulaşacak düzeyde üretim yapıyoruz; ama aslında potansiyelimiz 48 bin megavat. Oysa bugün bu tüm gündemde olan projelerle birlikte istediğinizin 3’te birine dahi ulaşmamışsınız. Güneşte ise daha yolun başındayız. Kurabileceğimiz gücün yüzde bir buçuk düzeyindeyiz.
Sizce Türkiye için en etkili ve yararlı enerji tipi hangisidir?
En çok rüzgar enerjisini önemsiyorum çünkü rüzgar tribünleri için gerekli ekipmanı Türkiye yapabilir. Bugün Türkiye’de 15 firma tribün yapıyor. Türkiye’deki sanayinin gelişmişlik düzeyi bu potansiyeli bir araya getirdiğinde, birlikte koordineli bir şekilde kullanıldığında rüzgar tribünleri yapabilecek durumdayız. Ama burada problem tek firma ile bu işler yapılmaz. Rüzgar tribünleri birçok firmanın işbölümü ve ortak akıl ile üretilebilir ancak.
Rüzgar tribünlerinin çevreye zararları ne boyuttadır?
Çevreye zararı eski bir takım raporlara göre abartılıyor rüzgar enerjisinin. Tabi rüzgâr tribünü dikeceğiz diye oramdaki tüm ağaçları kesmediğiniz sürece, yolunuzu biraz uzatırsınız. Ağaçları kesmek yerine nakletmeyi uygularsanız, kestiğinizin on katı ağaç dikmek ve 50 yıl boyunca bakmakla hükümlü tutarsanız çevreye zararı asgari düzeye indirirsiniz. Tabi şimdi gelip milletin evinin arkasına da rüzgar tribünü kuramazsınız.
Peki güneş enerjisi bakımından?
Bir Koreli firma ile yerli bir grup aldılar güneş enerjisi ihalesini. 500 megavat düzeyinde panel enerjisi üreteceklerini söylüyorlar. Panellerin üretimi rüzgâra göre daha geri olmakla birlikte imkansız değil. 5 sene içerisinde yüzde 100 bunu Türkiye’de yapmak mümkün çünkü sanayi buna müsait. Yeter ki böyle bir niyet olsun. Güneşte potansiyel çok fazla, şimdi biz sıcak su edesi için güneşi kullanıyoruz. Dünyada Çin Halk Cumhuriyetinden sonra ikinci sıradayız ama o konuda da bir düzenleyici yok. Dileyen kafasına göre istediği gibi yapıyor ve evlerin çatısına bakıldığında hoş olmayan görüntüler ortaya çıkıyor.
Türkiye’de güneşe dayalı elektrik üretim potansiyelinin yaklaşık 350 ila 360 milyar kilovat saat olduğu söyleniyor, geçen seneki tüketimimiz 295 milyar kilovat saat, yani onun yüzde 20 fazlası sadece güneşe dayalı üretme imkanı var ve bunun için de her yere güneş paneli koymaya gerek yok. Güneşin yoğun olduğu bölgelerde, Türkiye’nin orta hattının güney bölümünde verimsiz tarım arazisine konulduğu vakit yüzde 1.4’ü geçiyor. Türkiye 780 bin kilometre, 12 bin kilometrekare vasıfsız, boş güneş gören araziye koyduğunuz vakit bu tesislerleri, bütün potansiyeli değerlendirebilirsiniz.
Anlatımlarınızdan bu yatırımların kolay bir şekilde yapılabileceği izlenimi çıkıyor. Peki neden olmuyor?
Uzun süredir yönetimde olan iktidar bu imkanları göz ardı etti. Ben yıllar önce toplantılarda rüzgar tribünlerinden bahsettiğim vakitlerde bürokratlar benimle alay etmek için kağıttan rüzgar gülleri yapıp bana gösteriyorlardı. Şimdi aynı arkadaşlara ben tribünlerin ürettiği elektriği gösteriyorum. Rüzgar tribünleri Türkiye’nin ihtiyacının yüzde 10’unu karşılıyor. Demek ki tüm bunlar hayal değil. Ama biz bası şeyleri kötü yapmak konusunda kanıtlanmış deneyimlerimiz var her türlü işi suiistimal etmek gibi. Şimdi gidip yanlış yerlerde de kurmamak lazım, insanların hak ve hukukuna da saygı duyulmalıdır. Fakat Türkiye’de her şey sermayenin çıkarlarını gözettiği için ta ki İkinci Dünya Savaşı öncesine çıkmış olan savaş koşulları gözetilerek, savaşa özgü bir acele kamulaştırma diye bir yasa var. Böyle bir insan haklarına aykırı bir şey olamaz. Siz geliyorsunuz A şirketinin çıkarları doğrultusunda vatandaşın malını mülkünü acele kamulaştırmayla el koyuyorsunuz. Bu kabul edilebilir bir şey değil.
Bizlere bu konuda örnekler verebilir misiniz?
21’inci yüzyılın içerisinde siz kalkıyorsunuz İkiz Deresinin üzerine 22 tane HES kuruyorsunuz. İnsanların yüzyıllarca bahçesini sulamak için, hayvanları ve kendi içmek için kullandığı suyu beton kutulara hapsediyorsunuz.
Güneydoğu’ya gittiğimde barajların yapımında o günkü bilgi dâhilinde çevresel şartların, bölgede yaşayan insanların beklentilerinin ve çıkarlarının çok gözetilmediğini maalesef gözümle gördüm. Çok verimli tarımsal araziler de sular altında bırakılmış. Daha akılcı politikalar uygulanabilir. Hadi o dönem bilmiyorduk bu tür şeyleri, bilinç yeterli değildi diyelim ki o da doğrudur dünya çapında çevre bilinci pek gelişmemişti 70’li yıllarda; ama bugün 21’inci yüzyılın içerisinde siz kalkıyorsunuz örneğin İkiz Deresinin üzerine 22 tane HES kuruyorsunuz. İnsanların yüzyıllarca bahçesini sulamak için, hayvanları ve kendi içmek için kullandığı suyu beton kutulara hapsediyorsunuz. Böyle bir şey olamaz, bu insan haklarına aykırıdır. 22 tane yapacağına 2 tane yaparsın su oradan akar ve herkes o sudan yararlanır. Biz oda olarak hep karşı çıktık bu tür uygulamalara.
Dün gittiler Aliağa’da tarihi eserlerin üzerine sulama tesisleri yapmaya kalktılar bugün Hasankeyf’te yapıyorlar. Ben Hasankeyf’i gördüm, bu tarihe karşı bir haksızlıktır ki bunu ODTÜ’den bir hocamız kanıtladı bir proje ile, mevcut yerine Hasankeyf’te iki ayrı yere kurulacak bir sistem ile daha fazla elektrik elde edilebilir. Böylece tarihi dokuyu bozmuyorsunuz. Aynı şekilde Munzur’da kuracağız deniliyor. Belli bir direniş var buna karşı, haklılar. Biz Türkiye’de bölgede yaşayan insanların istemediği projeleri, onların iradesine rağmen yapılacağını düşünmüyoruz, yapılmamalıdır. Biz bu itibarla Hasankeyf’te de, Munzur’da da, Göksu’da da, Türkiye’nin dört bir tarafındaki yanlış projeleri, HES’ler önceliğinde olsun, aynı zamanda kömür santralleri olsun karşı çıkıyoruz.
Siyasi iktidar tüm muhalefete rağmen, nükleer santrallerin temelini attırdı. Nükleer santral gerekli miydi? Ya da bize zararı ne olur?
Bugün Türkiye’nin kurulu gücü 85 bin 200 megavat civarında. Yürüyen projelerde 22 bin megavatlık proje öngörülüyor. İzin alınacak, edecek projeleri de eklediğiniz de oluyor 127 bin megavat. Şimdi bugünden itibaren hiçbir yeni proje izin almamış olsa bile elinizdeki proje stoku sizin 2030-2035’lerdeki ihtiyaçlarınızı giderecek kadar büyük bir stoktur. Bu anlamda nükleer santrale elektrik üretmek için ihtiyaç yok. Elektrik üretmek için kurgu şu olmalıdır. Birincisi enerjiyi biz verimsiz kullanıyoruz. Verimli kullanmanın yollarını arayacağız. Yetmedi mi mevcut tesislerin rehabilitasyon ve onarımı yapıp, verimi yükseltelim. Yeni santral kurmak yerine onu deneyelim. Diyelim bu da yetmedi, o zaman rüzgara, güneşe ve jeotermale gidelim. Dolayısıyla nükleer santrale gerek yok.
Nükleer enerji santralleri ile ucuz enerji sağlanacağı söylendi hep. Bu doğru mudur?
Termik santraldeki kazada çevresindeki işçiler, mühendisler zarar görür. Hidrolik santralde baraj kapağı patlasa suyun aktığı kanal boyunca yaşayan insanlar zarar görür. Nükleer santralde kaza olduğunda, kent, bölge, ulus, ülke ve dünya zarar görür. Gayet açık bir şey.
Türkiye’de nükleer santral kurmak tamamen bu konuda dışarıya bağımlı olmak demek. Sizin üç santral niyetiniz var, Rus teknolojisi tekelindeki Akkuyu, Fransa ve Japonya teknolojisi ile olan Sinop ve Trakya İğneada’da kurulmak üzere Çinli Amerikalılar ile görüşme aşamasında olanı. Kendi bilgi birikimimizin olmadığı bir alanda üç farklı teknoloji ile bu işe girmek akıllara ziyan bir durum, kabul edilebilir bir tarafı yok. Kaldı ki çok pahalı. Bugün nükleer santralin üreteceği elektriği 15 yıl süresince yarısına verilen alım garantisi 12.4 Amerikan Cent’i. Bunu vurun bugünkü kurdan 50 kuruş yapıyor. Bugün piyasada elektrik şirketleri ürettikleri elektriği 18-20 kuruşa satıyorlar. 20 kuruşa piyasası olan bir elektriği siz neden 50 kuruşa alıyorsunuz. Yarın dolar 5 lira olsa, bu çok daha fazla olur. Dolayısı ile hiçbir anlamı yok.
Üçüncüsü, Rusya çok hevesli ise santral kurmakta, Gürcistan sınırına kursun bir santral, Karadeniz’in altına yüksek gerilimli kablolarla Türkiye’ye elektrik satsın. Bu tabi Rusya’nın emperyalist amaçları ile izah edilebilecek bir şeydi. Türkiye örneğinden sonra Arap Emirlikleri’nde bir proje aldılar, Mısır’a proje satmaya çalışıyorlar. Bu durum ülkenin lehine değil. Kaldı ki zaten dış enerji de Rusya’ya 3’te 1 oranında bağımlıyız. Yani toplam enerji ithalatında 4’te 1, ithal edilen enerjinin içerisinde ise 3’te 1 oranında Rusya’ya bağımlıyız. Doğalgazdaki payınız yüzde 50’nin, petrolde yüzde 30’un, kömürde yüzde 25’in üstünde, bir de üstüne yük mü getireceksiniz?
Nükleer teknolojide atık sorunu çözülmüş bir konu değil. Diyelim bir termik santralde kaza oldu. Bu kaza bölgesindeki işçiler, mühendisler zarar görür. Hidrolik santralde diyelim baraj kapağı patladı, aşağısındaki, suyun aktığı kanal boyunca yaşayan insanlar zarar görür. Nükleer santralde kaza olduğunda, kent, bölge, ulus, ülke ve dünya zarar görür. Gayet açık bir şey.
2 yılda bir enerji görünümünü veren raporlar düzenliyorsunuz. 2018 yılı için de kapsamlı bir enerjide görünüm raporunuz var. Alanında uzmanların büyük katkı sunduğu bir rapor. İktidar sizlerin fikirlerinden yararlanmıyor mu? Nasıl bir ilişkiniz oluyor iktidar ile bu konuda?
Ben 2005’ten 2014’e kadar Dünya Enerji Konseyi’nde görev yaptım. O dönem enerji bürokrasisinden iki bakan, müsteşarlar ve genel müdürlerden hepsini birebir yakından tanıyorum. Önceki enerji bakanı Hilmi Güler okuldaki dönem arkadaşımdır. Taner Yıldız’ı da tanıyorum. Hepsine görüşlerimizi iletme imkanı bulduk ama bizim görüşlerimize karşı enerji bürokrasisinin büyük bir çoğunluğunda kategorik bir ters yaklaşma durumu var. Ne söylediğimize değil, söyleyene bakıyorlar. “Bunlar siyasi iktidarımıza karşı muhaliftirler o yüzden dikkate almayalım” diyorlar. Çalışmalarımızı dikkatle inceleseler toplumu yararına çok önemli şeyler söylediklerimizi görecekler. Biz kamudan daha önce doğalgazdaki projelerde aşırı yığılmaya işaret ettik, yine kamudan önce EPDK’nın verdiği lisanslardaki şişkinliğe dikkat çektik, daha sonra farkına vardılar ve birtakım düzenleyici önlemler aldılar.
Sonuçta biz ülke yararına bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Bizim elbette bir ideolojimiz var. Bizler dünyanın aydınlık geleceğine inanırız ama buradaki başat yaklaşımımız bilim ve tekniğin verileri dahilinde yorumlamaktır. Sadece soyut ve ideolojik yaklaşmamaktır.
MA / Selami Aslan