İSTANBUL - İmralı’da Abdullah Öcalan ile 9 ay 10 gün kalan tutuklu Nasrullah Kuran, güncel olan AKP-MHP-Ergenekon ittifakının yenildiğini, Kürt mücadelesinin ise yeni ittifaklarla büyüdüğünü belirterek, çözümün cumhuriyetin demokratikleşmesinden geçtiğini vurguladı.
Kuruluşundan bu yana Ortadoğu’da en çok konuşulan hareketlerin başında gelen PKK’ye 1990 yılında katılan Nasrullah Kuran, bir süre PKK Lideri Abdullah Öcalan’la Beka Vadisi’nde kaldı. Antalya’nın Alanya ilçesinde 14 Nisan 1992’de gözaltına alınan ve yargılandığı Malatya 1’inci Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) “devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma” iddiasıyla müebbet hapis cezası aldı ve 31 yıldır birçok cezaevinde kaldı. 14 Nisan 2022’de tutukluluk süresi dolmasına rağmen tahliye edilmedi. Cezaevi İdare ve Gözlem Kurulu, Kuran’a daha önce 3 kereden fazla hücre cezası verildiğini ileri sürerek, tahliyesini engelledi.
Nasrullah Kuran, 15 Mart 2015 tarihinde Nazili E Tipi Kapalı Cezaevi’nden Abdullah Öcalan’ın büyük çabalarıyla başlayan ancak devletin “tasfiye” süreci olarak ele aldığı dönemde tutuklu Veysi Aktaş, Ömer Hayri Konar, Mehmet Sait Yıldırım ve Çetin Arkaş’la birlikte “sekreterya görevi” ile İmralı Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ne götürüldü. Kuran, İmralı’da 9 ay 10 gün kaldıktan sonra 26 Aralık 2015’te Çetin Arkaş ile birlikte Silivri 9 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi’ne getirildi.
Nasrullah Kuran, yüzüncü yılına giren cumhuriyeti ve Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği “Demokratik Cumhuriyet” projesini Mezopotamya Ajansı’na (MA) değerlendirdi.
YÜZ YILLIK SOYKIRIM VE DİRENİŞ TARİHİ
Türkiye’nin Anayasası’na dikkat çeken Kuran, Anayasa’da devletin, “demokratik, laik ve sosyal laik bir hukuk devleti” şeklinde tanımlandığını ancak geçen yüzyıllık süreçte bu durumun sadece kağıt üzerinde kaldığını kaydetti. Türkiye’nin kuruluşundan itibaren “oligarşik” bir yapıda olduğunu ifade eten Kuran, “Bu durum damgasını vurmuştur. Cumhuriyet hiçbir zaman demokratik rejim haline gelmemiş, sadece Türk egemen elitleri tarafından kullanılmıştır. Dolayısıyla 100 yıllık tarih, esasta Türk devlet oligarşisinin devrede tuttuğu soykırım politikalarıyla buna karşı Demokratik Cumhuriyet mücadelesi veren Kürtlerin köklü direniş tarihidir. 100 yıllık süreci bu gerçekliğin ışığında, ‘Türklük sözleşmesi’nin Kemalist ve siyasal İslam veçhesi uygulanması temelinde bir değerlendirmeye tabi tutmadan güncel şartlarda bir mesafe katledebilmenin ve demokrasiyi, Demokratik Cumhuriyeti inşa etmenin imkanı yoktur” dedi.
Türkiye toplumunun “çöküşün” eşiğine geldiğini belirten Kuran, “Günümüzde siyasal İslam’la vücut bulan oligarşik dikta rejiminin, faşizmin en kötü hali olarak Türkiye toplumunu sosyal, siyasal, ekonomik ve ideolojik çöküşün eşiğine getirdi. Klasik devlet-ulus rejimini ahlaki çürütme ve yozlaşmanın başını alıp yürüdüğü bir mafya düzenine dönüştürdüğü kuşkusuz kendileri dışında herkesin malumu bir gerçeklik olarak durmaktadır. Gerçeğe hakkını vermek, elbette ki onu değiştirme gücü ve iradesi olarak mücadele dinamiğini sürekli devrede tutmayı ve çözüm arayışı içerisinde olmayı gerektirir. Ancak mücadele ve arayış, daima bir öncekinin aşılması üzerinden kendini kurar. Aşılmış olanı tekrarlamak ve benzeşme özellikleri bir mücadeleyi ve çözüm arayışını değil, süslü kavramla elbisesi giydirilmiş bir aldatmayı içerir. Bu nedenle Kemalizm’i, gömülü olduğu mezardan çıkarıp geçmişin apoletli giysileri içerisinde ‘yeni’ bir kurtuluş reçetesi biçiminde sunmaya kalkışmak, oligarşik devlet aklının kendini sürdürme çabasına ve bu aklın bir uzantısı haline gelmekten başka bir anlama gelemeyeceği gibi, topluma karşı işlenmiş ihanet suçuna 21’inci yüzyılda bir yenisinin daha eklenmesini yaratmaktadır” diye kaydetti.
EMPERYALİZMLE UZLAŞMA
Mustafa Kemal’in 1920’lerde batı emperyalizminin yıkılacağı ve doğu halklarının birlikte yaşayacağına dair öngörüsüne işaret eden Nasrullah Kuran, bu sözlerin sol ve sosyalist çizgi bağlamında dikkate değer olduğunu söyledi. Kuran, “Bu gerçeklik, ittifak anlayışı çerçevesinde Kürtler açısından da önem kazanmıştı. M. Kemal’in 1920’de El Cezire Bölge Komutanı Nihat Paşa’ya gönderdiği Kürtlere özerklik tanıyan talimat, Kürtlerin ve Türklerin ortak sınırlarını belirleyen 28 Ocak 1920 tarihli Misak-ı Milli bildirisi, Haziran 1921’de Kürt lideri ile Ankara hükümeti arasında imzalanan protokol ve 10 Şubat 1922’de TBMM’de kontrolüyle Anayasa hükmü haline getirilen otonomi yasası, Kürtlerin ortak temelinde kurucusu olarak T.C’nin kuruluşunda yer alması sağlanmıştı” diye belirtti.
Mustafa Kemal’in “halkların birlikteliğine” işaret eden sözlerinin Demokratik Cumhuriyet’i tanımladığına dikkat çeken Kuran, “Bu fikri, ne yazık ki İngiliz emperyalizime uzlaşmanın ufkunda hızla erimeye yüz tutmuş, yerini din ve soy ayrımına dayalı tekçi bir devlet anlayışına, oligarşik faşizme doğru evirilmiştir. Kürtlerle kurulan stratejik ittifak ve emperyalizime karşı olarak direniş yerini, İngiliz hegemonyasının denetiminde Sovyetlere karşı Avrupa için tampon rolünü oynayacak Türk devleti ulusunun kurgulanmasına ve Kürtlerin bu kurgunun taktik kavramları haline getirilmesine bırakılmıştır” dedi.
BİN YILLIK BİRLİKTELİĞE DARBE
Türk ulusunun esas alınarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının İngiltere’nin dayatması ve desteğiyle olduğunu, İsmet İnönü’nün 29 Ekim 1973’te Milliyet Gazetesi’ne verdiği demeçte de bunu itiraf ettiğini belirten Kuran, daha sonra 1924 Anayasası, Takrir-i Sükûn Kanunu, Şark Islahat Planı ile Kürt soykırımının yapıldığını söyledi. Bunlarla bin yıllık Kürt-Türk birlikteliğine en büyük darbenin vurulduğunu söyleyen Kuran, “Mustafa Suphilerden başlayıp İbrahim Kaypakkaya, Deniz Gezmişler ile devam eden ve oradan günümüze taşıyan devrimci direniş çizgisi daima tasfiye ve imhayla karşılanmıştır” ifadelerini kullandı.
Kuran, değerlendirmesini şöyle sürdürdü: “Bu nedenle Kemalizm olarak tanımlanan olayı, emperyalizme karşı Ortadoğu’nun direniş potansiyellerini harekete geçiren M. Kemal’i ve Kürt-Türk birliğini, ortak mücadele örgütleyicinin gücünü, sömürgeciliğe karşı Müslüman halkların irade bütünlüğünü temsil eden militan ve halkçı Birinci Büyük Millet Meclisi’ni tanımlamamaktadır. Aksine söz konusu olan, İngiliz hegemonyasıyla uzlaşı içerisinde kendi iktidarını resmileştiren, bu doğrultuda ekonomik, siyasi, askeri ve jeopolitik düzenini kuran, dolayısıyla halka artık ihtiyaç duymayan Atatürk Kemalizm’dir. Emperyalist sistemin uydusu olma kontrolü üzerinden Atatürkçü ulus inşası ve bu inşanın türdeş toplum yaşatma hedefidir Kemalizm. Özcesi alıntılarsak; ‘Atatürkleşme süreci Türkiye’nin çelişken zembereğinin kurulmasıyla özdeştir.’ İdeoloji olmayan bir ideoloji olarak Kemalizm, bu yüzden meşrutiyeti kırılgan bir yapıya sahiptir; çünkü orijinal değildir.”
KÜRT DİRENİŞİ
Kemalizm’in çözüm olmadığına işaret eden 31 yıllık tutuklu Nasrullah Kuran, “Çözüm, Atatürk’ü ve Atatürk jeopolitiğini güncellemekten değil, sömürgecilik ve emperyalizm karşıtı M. Kemal’i, M. Kemal jeopolitiği olan Kürt-Türk birlikteliğine dayalı Misak-ı Milli’yi güncellemekten ve Demokratik Cumhuriyeti’n inşasından geçmektedir. Devlet ulus cihazı, doğası gereği faşizm ve oligarşik dikta üretir!” dedi. Kuran, AKP’nin iktidara gelmesine dair şunları ifade etti: “Devlette yeni hegemonik dönemi ifade eder. Ankara merkezli Beyaz Türk faşizmi yerine, Kayseri merkezli Yeşil Türk faşizmi yavaş yavaş, fakat emin adımlarla cumhuriyetin yeni hegemonik gücü olma yolundadır. Cumhuriyetin 100’üncü yılı olarak 2023 yılının bu hegemonya altında karşılanması daha şimdiden açıkça planlanmaktadır.”
Kuran, Kemalizm’in Kürt direnişine çarptığını vurguladı ve şöyle devam etti: “Kemalist inşaya dayalı 80 yıllık yapısallıkları da hem anlamsal hem de kurumsal açıdan etki üretme yeteneklerini, dolayısıyla iktidarsal hegemonyalarını yitirmeyle karşı karşıya kaldılar. ABD hegemonyasının ‘Genişletmiş Büyük Ortadoğu Projesi’ gereği olarak, Kemalizm’in yerine 70’lerden beri hazırlandığı siyasal ılımlı İslam’ı ikame etmesi bu sürece karşılık geldi. AKP ve Erdoğan her ne kadar bu projenin model partisi ve lideri olarak öne çıkarsalar da, ABD hegemonyası açısından bu durum esasta bir geçiş sürecine karşılık geliyordu. Türkiye ayağının yürütücü pozisyonu için hazırlanan esas güç, AKP içerisinde ve devletin önemli kurumlarında konumlanan Fethullahçı yapılanma ve bu yapılanmanın lideri Fethullah Gülen’di. Bir anlamda AKP ve Erdoğan projenin kabuğu, Gülen ve Gülenci örgütlenme ise çekirdek işlevini görüyordu. Gülen ve AKP’nin çekirdek kadrosunun 1970’lerdeki siyasal gelişme noktası, AKP’nin hangi stratejinin ürünü ve şemsiyesi olarak Türk siyaset sahnesine sürüldüğünü anlamak kolaylaşacak.”
ERGENEKON-AKP-MHP ÜÇLÜSÜ
Ergenekon’un denetim altına alındığına ve AKP’nin tamamen devlet kurumlarına yerleştiğine dikkat çeken Nasrullah Kuran, “AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte ABD, AKP ve KDP işbirliğiyle Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesi ve yerine ‘ılımlı bir PKK yaratma’ amacıyla PKK’nin içine müdahalelerin başlatılması süreci, özünde AKP’nin önünü açma ve işini kolaylaştırmaydı. AKP’yle bir yandan Kemalist devlet yapılanması yıkıma uğratılıp yerine siyasal İslam projeksiyonuna dayalı yeni bir devlet inşasının startı verilirken, diğer taraftan PKK tasfiye edilerek KDP ile bütünleşmiş ılımlı bir oluşum yaratılması ve ABD hegemonyasında geliştirilecek Türk-Kürt ittifakıyla Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi planlanmıştı” diye belirtti.
PKK’nin kendi öz dinamikleriyle bu yönelimi boşa çıkardığını ve bölgesel güç konumuna geldiğini kaydeden Kuran, “AKP iktidarı kendi içerisinde bocalamaya başladı. Erken iktidar hastalığına tutulan Gülen yapılanması, taktik hataya düşüp asli güç olma vasfını erkenden öne çıkaramaya, Erdoğan’ı 17-25 Aralık 2013’te operasyonla kuşatmaya kalkışınca, Erdoğan’ın Ergenekon ve MHP ile ilişkilenerek, Türk devlet aklının Avrasyacı kanadıyla yeni bir ittifak ilişkisine girmesine yol açtı. Erdoğan tüm bu olgular ışığında 15 Temmuz 2016 tarihinde sergilenen darbe mizansenini AKP-Ergenekon-MHP üçlüsü hazırlıkla karşıladıkları gibi imkanlar zeminine evirilterek, karşı darbe kıvamında bariz fırsata dönüştürdüler” ifadelerini kullandı.
ASIL AMAÇ NE?
“Erdoğan, Kemalizm’in siyasal İslam’la cilalanmış Atatürk’ü oynamaya yöneldi” diyen Nasrullah Kuran, tespitlerini şöyle sürdürdü: “Avrasya’da Rusya, Türkiye, Türk cumhuriyetleri ve İran’ın oluşturabileceği yeni bir birlik, dünyanın bütün dengelerini değiştirmektedir. Böyle bir oluşum Ortadoğu’nun kontrolünü tümüyle ele geçirdiği gibi, Avrupa’yı zaten genel küçüklüğü içine hapsedebilir. Kafkasları, Afganistan’ı, Pakistan’ı çekim alanı içinde tutuğu için Müslüman dünyasıyla yakın ilişki içine girebilir. Petrol ve doğalgaz kaynaklarının çoğuna ya egemen olur ya da çoğunluğunu kontrol eder. Bu oluşumun bağlantısı nedeniyle Çin’den bağımsız olabileceği de düşünülmez. Bu durumda tartışmasız ikinci ve büyük bir kutup/ güçlü bir küresel güç ortaya çıkar. Avrupa, Amerika ve Japonya’dan oluşan Batı’nın dünyadaki etkinliği bu oluşumla oldukça sınırlanır.”
AKP-MHP-Ergenekon üçlüsünün iktidarda olduğu sürece bu durumun küçümsenmemesi gerektiği uyarısında bulunan Kuran, şu ifadeleri kullandı: “Ancak bilinen klasik devlet ulus kalıplarıyla böylesi bir iddiaya yaşam kazandırmayacakları son 7 yıldaki pratikleşmelerinin açık ettiği çıkmazları ve tıkanıklıkları yeterince göstermektedir. Her şeyden önce, dünyadaki siyasi gelişmeleri iyi izleyen ve öngören bir liderlik ya da kadro yaygınlaştırılması açığa çıkarmamışlardır. RTE somutundaki pratikleşme, bunun çok uzağında, derinlik ve yoğunluktan yoksun, daha çok bir tüccar mantığının tutarsız ve güven vermekten öte gel-git ayarında kendini görünür kıldı. İHA, SİHA ve roket vb. üretimler, hala sağlam teknolojik alt yapıya dayanmaktan çok, ülke teknolojilerinin montajı üzerinden yürütülmektedir. Türkiye’den Avrupa ve Amerika’ya doğru gerçekleşen ve sürmekte olan yoğun beyin göçü sebebiyle, yakın gelecekte de Türkiye’nin bu alanda sıçrama yapması oldukça zor görünmektedir.”
SİSTEMİN UYDUSU!
Nasrullah Kuran, bu yapının ABD hegemonyasına rağmen verili dünya sistemini kendi lehine bükecek güçte olmadığını belirtti ve şöyle devam etti: “ABD ve Avrupa’nın sınırlı karşı hamleleri karşısında dahi oligarşik dikta rejiminin tutunamaması, Libya, Irak ve Suriye’de geri adımlar atmak zorunda kalması, ekonomisinin iflasın eşiğine gelmesi bir tesadüf değildir. Söz konusu aklın Türkiye’yi her türden uluslararası uyuşturucu ve mafya yapılanmalarının merkezi haline getirecek yollarla ekonomik dışlanmayı aşma çabası, uluslararası alanda teşhir olmaktan başka bir sonuç üretmemiştir. M. Kemal İzmir İktisat Kongresi’nde, ‘Bir ulusun yaşantısıyla ilgili olan, o ulusun ekonomik durumudur. Gerçekten de Türk tarihi incelenecek olursa gerileme ve yıkılma nedenlerinin ekonomik sorunlarından başka bir şey olmadığı derhal anlaşılır’ minvalindeki sözleri, ‘üçlü’ iktidarın güncel halini de özetler gibidir. Avrupa’yı sınırlandırmayı hesaplayan jeopolitiğin, Rusya ve Ukrayna’daki tahıl ile gazın güvenlikli tarzda Avrupa’ya akışını sağlama görevini yapmak zorunda kalması, pek de ‘büyük strateji’ye uygun olmazsa gerek!”
Bu “üçlü” iktidarın ideolojisinin Kemalizm olduğunu ancak Kemalizm’in toplumsal olmadığını, bu nedenle bu iktidarın etki üretmesinin mümkün olmadığını belirten Kuran, “İkincisi, hegemonik dünya sisteminin bir uydusudur. Başvurduğu biçim olarak devlet ulus ve içerik olarak sahiplendiği milliyetçi siyasal İslam argümanı kendisine değil, sisteme aittir ve sistem tarafından türetilmiştir. Oysa karşı hegemonya, ancak farklı ve orjinal bir ideolojinin, modernitenin siyasal örgütlenmesiyle varlık bulur. Siyasal örgütlenme, yaşama enleme, boylama ve derinlemesine nüfuz ederek, ideolojik ilişkilerini gerçek kılarak hegemonyanın oluşmasını sağlar. Biçim ve içerik, yani siyasal örgütlenme ve ideoloji hegemonik sisteme ait olunca ne kadar ‘yerli ve milli’ iddiasında bulunursanız bulunun, neticesinde sisteme çalışır ve ona kazandırırsınız” dedi. Bu durumun “kaybet kaybet” ilişkisi dışında başka bir şeyin yaşatmayacağını ifade eden Kuran, “200 yıllık tarih tümünü açıkça göstermiştir. Osmanlı İmparatorluğu’ndan oligarşik Türk devlet küçülmesine uzanan tarihsel süreç hala gerçek temellerde incelenmeyi ve doğru sonuçlar çıkarılmasını beklemektedir. ‘Her bitki kendi besinini üretir’ hakikati, Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında kendini yeniden hatırlatmaktadır” diye belirtti.
TÜRKLÜK KAYBEDECEK
Türklük olgusunun son oyunda kaybedeceğinin altını çizen Kuran, “Kaybetmek istemeyen Kürtlük gibi, kaybetmek istemeyen Türklük de yine en az Kürtler kadar, hatta son oyununu oynamakta olduğu günümüz 21’inci yüzyılında Kürtlerden daha çok Demokratik Cumhuriyet için mücadele etmeli. Demokratik Cumhuriyet; ‘kişi artığı’ndan hak sahibi özgür yoldaşlığa giden yol! Ancak yozluğun ve çürümüşlüğün tavan yaptığı, sosyal, siyasal, ekonomik ve hukuki her alanda açığa çıkan tıkanıklıkların mafyatik yöntemlerle aşılmaya çalışıldığı ve bunun daha başarılmadığı bir 2023 Türkiye’sine uyanmak, kuşkusuz tarih ve siyaset bilincine sahip hiç kimse için sürpriz olmamıştır. Türk devletinin 100’üncü kuruluş yıldönümü 2023’e ‘ülkede dinlik, Türk devletlerinde birlik, küresel güçlerle denklik’ hedefi ve ‘Türk dilli devletler birliği’ parolasıyla girmeyi amaçlayan üçlü oligarşik iktidar aklı, ortaya dökülen bütün bu kaybetmelerin sorumlusu olduğu açıktır” ifadelerini kullandı.
Kuran, Türklüğe dair değerlendirmesini şöyle sürdürdü: “Türk ulus gerçeğine ihanet, yapay Türklük anlayışına ve Türk devlet ulusuna geçişle yapılmıştır. Bu yapay oluşum, Türklüğün kendi öz demokratik hareketini oluşturmasını engellediği gibi, tarihsel toplum geleneğinden gelen ve Türklüğün özünü ifade eden Türkmen kültürüne de en büyük darbeyi indirmiştir. İktidar devlet hedefli dinci ve faşist oligarşi, Türkmenliği kuşatarak kültürel bozguna uğratmayı ve kendi siyasal oyunlarının bir parçası haline getirmeyi başarmışsa; demokratik bir hareketin açığa çıkıp Türkmen kültürünü koruyamaması, Türkmenliği ‘Demokratik Cumhuriyet’, ‘Demokratik Vatan’ ve ‘Demokratik Ulus’ yönlendirmemesinin büyük payı vardır. Gelinen noktada devletin demokratikleştirilmesi, Demokratik Cumhuriyet’in inşası için demokratik anayasal bir çözümün üretilmesi dışında, Kürtlüğe ve Türklüğe de kazandırılacak başka bir seçenek kalmamıştır.”
BİRLİKTE YAŞAM
Kürtler, Türkler, Araplar, Çerkesler ve Lazların yanı sıra Zerdüşî, Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman ile ateistlerin birlikte yaşamasının ancak Demokratik Cumhuriyet ile mümkün olduğunu vurgulayan Nasrullah Kuran, “Siyasal partilerle birlikte sivil toplum kuruluşlarının özerkliklerini koruyarak siyasete katılımlarını ve demokratik siyasetin özgürlükçü karakterine süreklilik kazandırmaları da bu temsil ve katılım dinamiğinin işler hale gelmesiyle mümkün olacaktır” dedi. Ancak bu hal ile devletin “demokratik bir çatı örgütü” haline geleceğini belirten Kuran, şu ifadeleri kullandı: “Bu şekilde demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olma vasfını kazandırır. Demokratik siyaset, sivil toplumculuk ve demokratik özerklik cumhuriyetin temel ilkeleri haline getirildiğinde, devlet-ulus cihazının olumlu yönde dönüşümü sağlanmış olur. Kendini halkla ekonomik, ideolojik, politik, askeri ve kültürel olanakları sıkı bir şekilde inşa eden ve devlet-ulusun teorik ve pratik boyutları konusunda aşması gerekiyor. 21’inci yüzyılın en temel demokratik dönüşümün hayat bulması, insan haklarının ve kadın özgürlüğünün öncülüğünde halkların kendi kimlikleriyle yaşamasının yolunu açacaktır.”
Bu dönüşümün aynı zamanda Kürt sorununun çözümüne de etki edeceğini ifade eden Kuran, “Bu noktada özgür ve kendi kültürel kimliğiyle katıldığı cumhuriyet yurttaşlığı başlar. Çözüm ne ayrı devlet ne inkar ne askeri seferlerdir. Demokratik Cumhuriyet’in her konuda eşit hak sahibi özgür yurttaşların bilinçli ve örgütlü tercihidir. Türk devlet aklı da böyle tarihsel bir tercihte bulunabilecek kadar özgür müdür? Bundan pek emin olmasak da AKP-Gülen yapılanmasıyla başlayan ve AKP-MHP-Ergenekon üçlemesiyle devam eden yeni hegemonik iktidar döneminin de sonuna varmış bulunuyoruz. Bu iktidar döneminde Kürt varlığı ve özgürlüğü, tarihin en büyük ve topyekûn saldırılarına maruz kaldı ama yenilmedi. Tersine örgütsel olarak bölgesel bir büyüme ve yayılma sürecine girerken, ideolojik boyutta küresel bir etkileşim yarattı ve yeni ittifaklarını geliştirdi” dedi.
DEMOKRATİK CUMHURİYET
AKP-MHP-Ergenekon üçlemesinin benimsediği ve uyguladığı “özel savaş” yöntemlerinin en çok Türklüğü vurduğunun altını çizen Kuran, şunları belirtti: “Sosyal, siyasal, ekonomik her alanda yaşanan yozlaşma ve küçülme, Yusuf Has Hacib’in ‘Kutadgu Bilig’deki serzenişi anımsatır: ‘Bütün iyi insanlar gittiler, giderken beraberlerinde yasa götürdüler. Geriye kişi artığı kaldı, şimdi ben iyi insanı nereden bulayım?’ Devlet-ulusun ‘kişi artığı’ olmak mı, yoksa Demokratik Cumhuriyet’in her konuda eşit hak sahibi özgür yurttaşı olarak yaşam bulmak mı? Devlet-ulusun 100’üncü yılında Türklüğün yanıtlanması gereken en anlamlı soru bu olacaktır. Çünkü 21’inci yüzyıl bu tercihin devrilmesiyle çalkalanıp şekil bulacaktır.”
Nasrullah Kuran, Türkiye Cumhuriyeti’nin Demokratik Cumhuriyet bağlamında adım atmadığına da işaret ederek, “Adım atmanın ötesinde gerçek manada ne kadar cumhuriyet olabildiğinin, genelde halklara, özelde ise Kürtlere ve sol-sosyalistlere karşı işlenmiş suçların 100 yıllık ihanet pratiği kapsamında sorgulanması ve çözüme kavuşturulması beklenirken, ne ilginçtir ki bu zihniyet ve pratiğin farklı formlarda sürdürülmesi dışında bir ‘100’üncü yıl Türkiye’si’ vizyonu ortaya konulmamaktadır” dedi.