ANKARA - Siyaset Bilimci Dr. Mustafa Peköz, Abdullah Öcalan'ın Kürt sorununun demokratik bir şekilde Meclis'te çözülmesini öncelediğini, buna karşı iktidarın ise "tasfiyeyi" ön planda tuttuğunu söyledi.
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'nde tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan, 28 Aralık'ta Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan ile görüştü. Abdullah Öcalan'ın görüşmede dile getirdiği başlıklara dair tartışmalar gündemdeki yerini koruyor. Abdullah Öcalan, Türk-Kürt kardeşliğini yeniden güçlendirilmesine vurgu yaparak, tüm siyasi çevrelere "dar ve dönemsel hesaplara takılmadan inisiyatif alın" çağrısı yaptı.
Siyaset Bilimci Dr. Mustafa Peköz, Kürt sorununun çözümüne dair başlayan tartışmalar ile Abdullah Öcalan’ın mesajlarını Mezopotamya Ajansı'na (MA) değerlendirdi.
İmralı'da yapılan görüşme sonrası Abdullah Öcalan'ın 7 maddelik mesajları kamuoyuna yansıdı. Öne çıkan maddeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
DEM Parti heyetinin Öcalan adına kamuoyuna sunduğu sade ve anlaşılır metin doğru yorumlanması önemli. Metinden belirtilen hususlar doğru analiz edilmezse doğal olarak sonuçları da yanlış olacak ve gösterilen çaba bir bakıma boşa gidecek. Her maddesinin kendi içerisinde verdiği önemli mesajlar var. Açıklama politik ve diplomatik bakımdan çok dikkatli hazırlanmış. Burada bir kaç noktanın özellikle yorumlanması gerekiyor.
"Sayın Öcalan, dayatılan karanlık gelecek senaryolarına karşı pozitif çözüm önerilerini sunmuştur" bölümünde yer alan "Dayatılan karanlık gelecek senaryoları" vurgusu oldukça önemlidir. Bu açıklamayla özellikle Kürtlerin politik ve toplumsal tasfiyesine yönelik gelebilecek hiçbir öneriyi kabul etmediğine dair bir mesaj olarak değerlendiriliyor. Buna karşılık kendisinin (Öcalan) de "pozitif çözüm önerileri sunduğunu" belirtiyor.
İkincisi, "Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim." Dikkat edilirse, Bahçeli'nin ve Erdoğan'ın paradigmasından bahsetmiyor. Bunların da güç verdiği bir paradigmadan bahsediyor. Kendisinin de Bahçeli ve Erdoğan'la birlikte eşit düzeyde bu paradigmaya güç vereceğini söylüyor. Yani demek istiyor ki; Sorun onları da aşan, esasen devletin belirlediği yeni bir paradigmadır.
Her maddede önemli mesajlar var. Bahçeli ve Erdoğan'ın paradigmasından bahsetmiyor. Bunların da güç verdiği bir paradigmadan bahsediyor. Toplumsal güvene dikkat çekiyor. CHP'nin sürece dahil edilmesi gerektiğini vurguluyor.
Üçüncüsü, "Sürecin başarısı için Türkiye’deki tüm siyasi çevrelerin dar ve dönemsel hesaplara takılmadan inisiyatif alması, yapıcı davranması ve pozitif katkı sunması elzemdir. Bu katkıların en önemli zeminlerinden biri de şüphesiz TBMM olacaktır." Öcalan, burada çok dikkatli bir kavram kullanarak, sorunun hukuksal ve yasal boyutlarına dikkat çekiyor. Çözüm yerinin TBMM olması gerektiğini vurgulaması hem sürecin şeffaf ve açık olması hem de sorunun hukuksal zeminde geliştirilmesi ve toplumun bütün süreci görebilecek şekilde yürütüleceğini belirtiyor. Yani toplumsal güvene dikkat çekiyor.
Dördüncüsü, "Heyet bu yaklaşımımı gerek devletle gerekse siyasi çevrelerle paylaşacaktır. Bunlar ışığında gereken pozitif adımı atmaya ve çağrıyı yapmaya hazırım." Bu sorunun MHP-AKP ve DEM Parti arasında çözülebilecek bir mesele olmadığını, Türkiye'nin tüm toplumsal güçlerinin, özellikle ana muhalefet partisi CHP'nin de bu sürece dahil edilmesi gerektiğini belirtiyor.
Beşincisi, "Gazze ve Suriye’de yaşanan hadiseler göstermiştir ki, dışarıdan müdahalelerle kangrenleştirilmeye çalışılan bu sorunun çözümü artık ertelenemez bir hal almıştır. Bunun ciddiyetiyle doğru orantılı bir çalışmayı başarıya ulaştırmak için muhalefetin de katkı ve önerileri değerlidir." Öcalan, burada sorunun bölgesi bir boyutta ulaştığını ve çözümün de sadece Türkiye'nin iç dinamikleri ile ilişkili olmadığını, aynı zamanda bölgedeki gelişmelerle doğrudan bağlantılı olduğunu vurguluyor. Gazze ve Suriye'ye yönelik dış müdahalenin sorunu kangrenleştirdiğini belirtiyor. Bölge müdahalede bulunan dış güçler içerisinde İran ve Rusya önemli ölçüde denklemin dışına düştü. İsrail 6-7 Ekim 2023’de Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırısından sonra oyun kurucu olarak bölge denklemini önemli oranında değiştirdi ve mutlak bir hakimiyet sağladı. ABD, Kuzey ve Doğu Suriye'de konumlanarak Özerk Yapı'nın korunmasında önemli bir rol oynuyor. Suriye'nin bugünkü denkleminde Kuzey ve Doğu Suriye'nin korunmasına özel bir önem vermektedir.
Türkiye, Esad rejiminin yıkılması ile Suriye'de belli bir inisiyatif alsa da beklediği gibi oyun kurucu olmayacak. Hatta ciddi oranda etkisiz kalacağına dair veriler ortaya çıkmaya başladı. Türkiye'nin Suriye politikasının ana unsuru Kuzey ve Doğu Suriye'de Kürtlerin toplumsal-politik bir statü elde etmemesi üzerine kurulu. Bu nedenle Esad'ın iktidarı kaybetmesinden bu yana tüm dikkatini Kuzey ve Doğu Suriye'deki çatışmalara vermiş bulunuyor. Öcalan'ın dış güçlerin Suriye'de sorunu kangrenleştirdiği tanımlaması dolaylı olarak isim vermeden Türkiye'yi işaret ediyor. Bir başka ifadeyle Türkiye'nin Suriye'de Kürt karşıtı politikasının başarılı olamayacağına dikkat çekiyor. Türkiye ile Kuzey ve Doğu Suriye yönetimi arasında politika-diplomatik ilişki kurmada sorumluluk alabileceğini belirtiyor.
Altıncısı, "Bütün bu çabalarımız, ülkeyi hak ettiği düzeye taşıyacak ve aynı zamanda demokratik bir dönüşüm için de çok kıymetli bir kılavuz olacaktır. Devir Türkiye ve bölge için barış, demokrasi ve kardeşlik devridir." Tüm bu değerlendirmelerinin üzerine şekillendiği temel perspektif ise "demokratik dönüşüm" olduğunu söylüyor.
Görüşme öncesi yandaş medya ve iktidar kalemşörleri "silahlar bırakılacak" propagandasıyla toplumda bir algı yaratmaya çalıştı. Hatta QSD'nin kendisini tasfiye edip tamamen HTŞ denetimine gireceği bile iddia edildi. Son mesajlarla birlikte yaratılmak istenen algının da boşa çıktığını söyleyebilir miyiz?
Öcalan'ın PKK ve PYD’ye dair kamuoyuna yansıtılacak hiçbir değerlendirme yapmamış olması özellikle iktidar medyasına yakın birçok gazeteci tarafından hayal kırıklığı yarattı. Bu aynı zamanda bunlarda öfkeye de neden oldu. Çünkü heyet İmralı'ya gitmeden önce, devlet ve iktidar medyası Öcalan'ın PKK’ye "kendinizi feshedin" çağrısı yapacağını iddia ediyorlardı. Beklentiler gerçekleşmeyince bu kez tersten saldırı başladı. Öcalan adına heyet tarafından kamuoyuna yapılan açıklamada PKK'ye ya da Kuzey ve Doğu Suriye'deki Özerk Yönetime dair bir değerlendirmenin yapılmamış olması oldukça bilinçli bir tercihidir. Hiç şüphesiz ki özellikle heyet ile Öcalan arasında PKK’ye dair önemli bir değerlendirme yapılmıştır. Ancak kamuoyu ile bu hususlar paylaşılmadı. Bunun temel nedeni ise Öcalan meselenin özünün PKK ya da PYD olmadığını, yani devleti ya da iktidarın söylemiyle PKK'nin tasfiyesi sorunu olmadığını, tersine Kürt sorunun demokratik siyaset içerisinde çözümü olduğunu belirtiyor. Yani Türkiye devletinin çözmesi gereken bir Kürt sorunu olduğuna dikkat çekiyor.
Heyet ile Öcalan arasında PKK'ye dair önemli bir değerlendirme yapılmıştır ancak bu hususlar paylaşılmadı. Öcalan, meselenin özünün PKK ya da PYD olmadığını, tersine Kürt sorunun çözümü olduğunu belirtiyor.
Aynı şekilde "Suriye'de özerk bir yönetimin kurulmayacağını, özellikle Mazlum Kobani'ye kendilerini feshedip HTŞ’nin denetimine girmelerini isteyeceği" beklentisi de boşa çıktı. Onların kafasına tasarladıkları ve bekledikleri cevap Öcalan'dan hiçbir şekilde gelmedi ve gelmeyeceği açıktır. Öcalan'ın ideolojik ve politik olarak Suriye'deki Kürtler üzerinde önemli bir etkisi olduğu biliniyor. PYD’yi oluşturan politik güçler esasen Öcalan'ın ideolojik çizgisiyle tam uyumlu oldukları söylenebilir. Ancak bölgedeki gelişmeler, çatışma alanları ve özellikle bugünkü denklem içerisinde Kuzey ve Doğu Suriye'nin geleceği konusunda esas yetkili kurum Suriye Demokratik Güçleri'dir. Öcalan da bu gerçeğin farkındadır. Bu nedenle Kuzey ve Doğu Suriye'nin geleceği konusunda herhangi bir talimat vermeyecektir.
Dünya örneklerine baktığımızda "silah bırakma" konusu genelde en son tartışılan başlıktır. Ancak burada tam tersi bir durum söz konusu. İktidarın bu noktadaki ısrarı ya da söylemleri sizce ne kadar gerçekçi?
Eğer Kürt sorununun çözümüne dair parlamentoda hukuki ve politik bir zemin oluşturulursa, güven sağlayıcı adımlar atılırsa PKK'nin Türkiye'ye karşı silahı mücadeleyi bıraktığını açıklaması sürpriz olmaz. Somut adımlar atılmadan PKK silahları bırakmaz.
Öcalan’ın gündeminde Kürt sorunun demokratik siyaset içerisinde, Meclis çatısı altında çözülmesi var. İktidar ise, bunun tersine, PKK’nin silahlı güç-zor kullanılarak tasfiye edilmesini öncelikli olarak ön planda tutuyor. Bir noktanın altını çizmekten yarar var; PKK neden değil, sonuçtur. Kürt sorununu "terör" kapsamı içerisinde, dar bir alana sıkıştırarak PKK’nin silah bırakmasını beklemek ne objektif ne de gerçekçidir. Öcalan, bu gerçeği bildiğinden dolayı önce meselenin politik-toplumsal çözümünü ön plana çıkartıyor. Eğer Kürt sorununun çözümüne dair parlamentoda hukuki ve politik bir zemin oluşturulursa ve güven sağlayıcı adımlar atılırsa, PKK'nin Türkiye'ye karşı silahı mücadeleyi bıraktığını açıklaması sürpriz olmaz. Aynı şekilde tersten Kürt sorununun çözümüne ilişkin somut adımlar atılmadan PKK silahları bırakmaz. Öcalan, PKK'nin genel yaklaşımını bildiği için 'önce silahları bırakın sonra çözüm olacak' gibi fikri ne savunur ne de PKK'ye dayatır. Bu süreç içerisinde Öcalan'ın çağrısına uyarak Türkiye'ye karşı geçici olarak silahlı çatışmaları durdurduklarını açıklayabilirler.
DEM Parti İmralı Heyeti’nin siyasi partilerle görüşmesi başladı. Farklı kesimlerle de görüşmeler gerçekleşmesi mümkün mü?
Heyetin Kandil, Avrupa, Irak Kürdistan Bölge Yönetimi ve en önemlisi de Kuzey ve Doğu Suriye'de görüşmeler yapması sorunun çözümünde oldukça önemli ve gereklidir. Bütün bu görüşmeleri sağlarken; hukuksal ve yasal güvence almalıdır. Çünkü eğer süreç başarılı olmazsa heyetin hukuki ve güvenlik riski ortaya çıkacaktır. Bir önceki süreçte gördük ki Öcalan ile görüşen hemen herkes hakkında soruşturma açıldı ve tutuklandı. Heyet ayrıca TÜSİAD, MÜSİAD, barolar, sendikalar gibi etkili sivil toplum örgütleriyle görüşerek, bilgi alışverişi yapmalı. Aydınlar, gazeteciler, yazarlar gibi toplumun farklı sosyal gruplarıyla toplantılar ve değerlendirmeler yapmalıdır.
İktidarın bu süreci çıkarları için kullanmak istediğine dair yaygın bir görüş var. Sizce nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu tür eleştiri ve değerlendirmeler başta CHP başta olmak üzere birçok parti, kurum, gazeteci, aydın ve yazar tarafından yapılıyor. AKP'nin Kürt sorununun çözümünde samimi olmadığı ya da "Krize dönüşen ve çözülmesi nerdeyse imkansız olan ekonomik sorunlar ve bölgedeki gelişmeler nedeniyle iktidarı kaybetmeyle karşı karşıyadır" değerlendirmeleri yapılmaktadır. Bunun için iktidarın Öcalan üzerinden yeniden bir manevra yapmak istediğini, yani Kürt oylarına ihtiyaç duyduğunu belirten bir kısım kaygı ve değerlendirmeler yapmaktadırlar. Bir anlık AKP'nin böyle yapmak istediğini düşünelim. Bir partinin gelişen bir toplumsal sorundan kendisine çıkar ve yarar sağlamak istemesi yadırganmaz. Ben bundan bir tuhaflık görmüyorum. Fayda-yarar ilişkisi siyasetin doğasında vardır. Ancak Kürt politik hareketinin sanıldığı gibi kandırılmaya müsait bir güç olmadığı, Kürt seçmeninin en politik kesim oluşturduğu, basitçe bir oyuna gelmeyeceği anlaşılmamış. AKP-MHP mevcut sorunun demokratik siyaset içerisinde TBMM’de çözme iradesini gösterirse ve Türkiye'nin demokratikleşme konusunda somut adımlar atarsa, sonuçta politik olarak bundan yararlanması da yanlış değil. CHP’nin de başta olmak üzere muhalefetin de bu sürece destek vererek sorunu çözümüne ortak olması, olası bir erken genel seçim veya zamanında yapılacak bir seçimde, iktidar olabilmek için bu süreci değerlendirebilir. Bu nedenle CHP, ikircikli bir politika izlememeli, kararlı ve net bir politika belirlerse başta Kürtler olmak üzere demokrasi güçlerin desteğini alabilir.
İktidarın hangi adımları atması halinde toplumdaki güvensizlik ortamını ortadan kalkar?
Öncelikli olarak kayyım uygulamalarına son verilmeli, hasta tutsaklar koşulsuz serbest bırakılmalı. AİHM kararları uygulanmalı. QSD ile diplomatik ve politik ilişki geliştirilmeli.
İktidar, öncelikli olarak Kürt toplumuna karşı güven tesisi yaratmalıdır. Henüz adı konulmamış ama olumlu sonuçlar ortaya çıktığında Türkiye açısından önemli stratejik değişimlerin olacağı bir süreçte; iktidar, güven verici bazı adımları atması gerekir. İktidarın kısa sürede yapabileceği çok şey var. Birincisi, kayyum atamalarına hemen son verilmeli ve görevden alınan belediye başkanları acilen görevlerini iade edilmelidir. İkincisi, hasta tutsakların hiçbir koşul öne sürmeksizin serbest bırakılmalı. Üçüncüsü, anayasal olarak bağlayıcı olan AİHM kararları mutlak bir şekilde uygulanmalı. Kobanê ve Gezi davası tutukluları serbest bırakılmalıdır. Dördüncüsü, belki de en önemlisi Ankara’nın Kuzey ve Doğu Suriye'de Demokratik Suriye Güçleri ile çatışmaya son vererek, diplomatik ve politik ilişki geliştirmelidir.
PKK Lideri Öcalan ile görüşmenin önemli hususlardan birinin Suriye’deki hızlı gelişmeler ve değişimler olduğu belirtiliyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Öcalan ile görüşme sürecinin hızlandırılmasında Suriye'deki gelişmelerin önemli bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye'nin Suriye stratejisinin merkezinde Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi'n tasfiye edilmesi bulunuyor. HTŞ ile kurduğu ilişkinin merkezinde de bu durum söz konusu. Esad rejimin yıkılmasından sonra Türkiye'nin denetimde olan SMO güçlerinin Minbic ve Tişrîn Barajı bölgesine başlattığı saldırıların önemli ölçüde başarısız olması; Şam'da kurdurulmaya çalışılan yeni iktidarın yönünü Ankara'ya değil, Riyad'a çevirmiş olması Suriye'nin geleceğinde Ankara'nın çok ciddi bir misyon oynayamayacağını ortaya koyuyor.
Suriye'de çözüme yönelik inisiyatif Öcalan'da. Öcalan'ın makul, anlaşılabilir ve çözüme odaklı önerilerle iç politikadaki yönelimi pozitif yönde değiştirmek istediğini söyleyebiliriz.
Ankara, bölgedeki uluslararası güçlerin pozisyonunu dikkate alarak Suriye'de QSD ile askeri şiddet yoluyla tasfiye edemeyeceğini kabullenmeye başladı. Bu nedenle Öcalan'ın QSD güçleri üzerindeki politik ve manevi gücünü kullanmak istiyor. Ancak geçmişte Öcalan ile Erdoğan'ın arasındaki tartışmada her iki tarafın kırmızı çizgisinin Rojava olduğu biliniyor. Dün olduğu gibi bugün de Öcalan, Kuzey ve Doğu Suriye'deki kazanımları hiçbir şekilde bertaraf etmez. Yani kamuoyuna yansıtıldığının aksine Öcalan, Kuzey ve Doğu Suriye'deki statünün korunması konusunda hiçbir tereddüt göstermez.
Öcalan'ın QSD'nin belirlediği perspektife bağlı kalarak, sınırları korunan bir Suriye içerisinde federatif bir yapıyı destekler. Bölgesel denklemi de dikkate alınarak ayrı bir devlet çizgisini benimsemez. Yani Kuzey ve Doğu Suriye'deki statükonun korunarak federatif bir Suriye'den yana tutum almasından kimsenin kuşku duyacağını sanmıyorum. Aynı şekilde QSD içerisinde bulunan ve uzun yıllardır burada savaşan savaşçıların Suriye'de çıkartılması koşulunu eş zamanlı olarak HTŞ içerisindeki uluslararası cihatçıların da Suriye'yi terk etmesi sağlanarak gündeme getirebilir. Türk askeri güçlerinin SMO ile birlikte, Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik yaptığı askeri saldırılar sonuç vermiş olsaydı, Öcalan'la yapılan görüşmeler belki de çok daha uzun süre ertelenebilirdi.
Gelinen aşamada hem Türkiye’nin iç dinamiklerinde hem de Suriye’de çözüme yönelik inisiyatifin Öcalan'da olduğunu görüyoruz. Öcalan'ın makul, anlaşılabilir ve çözüme odaklı önerilerle Türkiye'nin bölgesel ve iç politikadaki yönelimini pozitif yönde değiştirmek istediğini söyleyebiliriz. Öcalan’ın çözümün anahtarı olarak da 'Demokratik Dönüşüm' ilkesi olarak belirlediğini görüyoruz.
MA / Selman Güzelyüz