İZMİR – Emekoloji Meclisi Girişimi’nin “Kapitalizm, doğa ve emek” panelinde konuşan panelistler, işçi ve ekoloji kırımının sermaye rejiminden kaynaklandığını belirterek, mücadelenin ortaklaşmasını istedi.
Emekoloji Meclisi Girişimi, “Kapitalizm, doğa ve emek” konulu panelini İzmir’de Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi’nde gerçekleştirdi. Gemi Yapımı ve Deniz Taşımacılığı, Ardiyecilik ve Antrepoculuk İşçileri Sendikası (Limter-İş) Genel Başkanı Kamber Saygılı, Halk Sağlığı Uzmanı Alp Ergör ve akademisyen Aslı Odman’ın konuşmacı olarak katıldığı panele, kentte bulunan emek ve ekoloji örgütlerinin temsilcilerinin yanı sıra çok sayıda kişi katıldı.
Panelde ilk olarak söz alan Halk Sağlığı Uzmanı Alp Ergör, en sağlıksız grupların sosyo-ekonomik eşitsizlikten en fazla etkilenen gruplar olduğunu söyledi. Ergör, “Mesela en yoksul kesim İzmir’de hava kirliliğinin en kötü olduğu yerde yaşamak zorunda kalıyor. Hem üretim alanının yarattığı kirlilik hem de çevrenin kirliliğinden payını alıyorlar. Eğer başımızda kaderci bir anlayış varsa birisi kalkıp buna kader der. Ama madencilik sektöründe metan gazının varlığını 500 yıldan beri biliyoruz. Hukuk sisteminin yapısal olduğu bir ülkemizde bile hukukçular artık yaşananları iş cinayeti tanımını kullanıyorlar” dedi.
KİRLİLİK SINIR TANIMIYOR
Her yıl 14 milyon ölümün çevreye bağlı etmenlerle yaşandığını belirten Ergör, “Ürettiğimiz, tükettiğimiz her şey toprağı zehirliyor ve bize geri dönüyor. Mesela kurşun bunlardan birisi. Vücudumuza bir şekilde giren kurşunun tamamını vücudunuzdan atamıyoruz. Bir kısmı kemikte birikir. Ağır metallerin bir ölümü de böyledir. Toprakta da suda da durum aynı. Çevreye bağlı hastalık yükünün en çok yoğun olduğu bölgeler yine en yoksul bölgeler. Kapitalizmin kendi perspektifinden işin sorun olduğunu anladığı yer çevreyi kirletmenin sınır tanımadığı oldu. Yani çevrenin kirlenmesi tüm dünyayı etkiliyor” diye belirtti.
Kirliliğe karşı umudun da olduğunu vurgulayan Ergör, “Pandemide insanları içeri kapatınca karbon monoksit yükü düştü. Demek ki yapabileceğimiz bir şeyler var. En kirli il olan Iğdır’da bile kirliliğin düştüğünü gördük” diye konuştu.
İŞ SAĞLIĞI VE EKOLOJİ MÜCADELESİ
Ardından konuşan Limter-İş Genel Başkanı Kamber Saygılı, Tuzla tersanelerinin iş cinayetlerinin yanı sıra yasa dışılığın, kuralsızlığın ve örgütsüzlüğün olduğu bir alan olduğuna değindi. Tersanelerde kullanılan kimyasallardan kaynaklı meslek hastalıklarının arttığını kaydeden Saygılı, “Tersanelerde çalışan arkadaşlarımızın önemli bir kısmı kanserden yaşamını yitiriyor. Zaten kimyasallarla, zehirlerle koyun koyuna çalışıyor. Koruyucu ekipmanlar verilmiyor. İşçiler halen elbisesi, koruyucu ekipmanını kendisin alıyor. Böylesi çalışma koşullarda işçilerin meslek hastalığına kapılmaması zaten mümkün değil. Bu kimyasallar aynı zamanda çevreyi de kirletiyor. Bunun için işçi sağlığı mücadelesi yürütürken aynı zamanda asbestli gemilere karşı da ciddi bir mücadele yürüttük” ifadelerini kullandı.
KİMYASAL HER YERDE
Emek ve ekoloji mücadelelerinin yeni yeni birliktelik kurduğunu kaydeden Saygılı, şöyle devam etti: “Hem emeğin hem de doğanın patronu kapitalistler. Yani hedefimiz aynı aslında. Tersanelerde kullanılan kimyasalların denize bırakılması sonucu hem deniz hem emekçiler zehirleniyor. Bu mücadeleyi yürütürken ortak şekilde yürütülmesi gerekiyor. Aslında kimyasal aslında her yerde. HPG’lilere karşı kullanılan kimyasalları da gördük. Oraya atılan kimyasal sadece insanlara değil doğaya da zarar veriyor. Bunun için karşı çıkmak gerekiyor. Savaş, emek ve ekoloji günümüzde birbirine çok bağlı ve mücadelede bağımlı gitmeli.”
FAİL SERMAYE
Panelde son olarak konuşan akademisyen Aslı Odman ise, çevreye yayılan ağır metal ve kimyasalların insan sağlığına zararlarını kanıtlamak için mücadele yürütmek gerektiğini vurguladı. Suçluların güçlerin görünmez olması ve suçun güce dönüşmesi durumunun yayıldığını kaydeden Odman, “Uzun erimde ortaya çıkacak suçları belgelemek imkânsız hale geliyor. İşçinin ölümü çevre kırımının işaret fişeğidir diyoruz. Aslında emek ve ekolojinin birlikteliği kuran sermayedir. Sermaye iki sınırı zorluyor. İlk olarak insanın bedenini işçiye çevirme ve onun biyolojik sınırını zorluyor. İkinci olarak da doğayı ham madde ve atılım için metaya çeviriyor ve ortadan kaldırıyor. Bu durum fail şirketlere bakmamız gereken ortaklığı oluşturuyor. Bu faillerin peşine düşeceğimiz bir hareket mesaisi anlamına geliyor” diye aktardı.
FELAKETİN ALAMETİ
Bu ortaklığın en bariz örneğinin Marmara Denizi’nde yaşanan müsilaj olduğunu kaydeden Odman, “Birbirinden kopuk olarak görünüyor ama Tuzla ve Dilovası’nda ki tersane ve kimya fabrikaları, Bandırma ve Ergene havzasında pestisitler ya da Çorlu’da kurulu fabrikalar hem denizin hem de işçilerin ölümünü yol açıyor. İşçilerin öldüğünü göremediğimiz zaman denizin öldüğünü de göremiyoruz. Zaman ve mekâna yayılmış olan şirketlerin suçlarını tekil tekil ortaya koyabilsek Marmara Denizi’nin ölümünü önleyebiliriz. İşçinin bedeni, kaybolan çevre felaketinin alametidir” dedi.
ŞİRKETLERİN SUÇUNU BELGELEMEK
Türkiye’nin asbeste maruz kalma konusunda literatüre gireceğini belirten Odman, “Türkiye’de her gün bin bina yıkılıyor ve bunların 3’te 2’sinde asbest bulunuyor. Bunlara karşı ortak bir mücadele kurulacaktır. Aynı zamanda Artvin ve Muğla’nın yüzde 70’den fazlasının maden alanı ilan edildiğini biliyoruz. Bunların atık havuzlarında da asbest olduğunu düşünebiliriz. Her yeni maden alanı inşa edilirken ölenleriyle ve çevre kirliliğiyle ortak mücadele alanı olacak. Yine tehlikeli fabrikalarda çalışan işçilerle fabrika çevresinde oturan insanların mücadelesini birleştirmek gerekiyor. İster iş kolu ister havza ister tehlike oranını seçelim şirket suçlarını araştırmak örgütlenmenin ilk adımı. Her zaman faile yönlendirmek gerekiyor. Ancak bu sınıfsal bakışla çevre alanını şirketlerin yeşile boyama alanından çıkarabiliriz” diye konuştu.
Panel soru-cevap bölümüyle sona erdi.