İSTANBUL - DEM Parti'nin düzenlediği Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı'nın ikinci oturumu gerçekleştirildi.
Barışın kutsal ve büyülü bir sözcük olduğunu belirten Eren Keskin, “İnsan hakları savunucuları olarak tabii ki yüzyıl öncesine dayanan bu büyük meselenin, uluslararası Kürdistan meselesinin kendi coğrafyamızdaki yaşanan boyutunu çok yakından yaşamış insanlarız. Bugün filmlerde görseniz bu kadarı da olmaz diyebileceğiniz acılara tanıklık ettik. Yerlerde sürüklenen ölü bedenler, uzuvları kesilmiş cenazeler, girdiğimiz otopsiler, kaybettiğimiz büyüklerimiz, arkadaşlarımız, gözaltında kayıplar. O kadar çok büyük acı var ki. Ama bu kadar acıya rağmen Kürt halkının barışı bu kadar içini doldurarak, bu kadar büyülü bir sözcük haline getirmesi bence çok heyecan vericidir. Bunun coğrafyaya da heyecan vermesi gerekiyor. Ama bu coğrafya yeterli derecede heyecanlanmıyor” diye belirtti.
Barışın sağlanması halinde en çok işçilerin kazanacağını söyleyen Eren Keskin, şöyle devam etti: “Yeterince el veriliyor mu bu sürece? Bunun tartışmasını da bence yapmak gerekiyor. O nedenle bu konferans son derece önemli. Üzerimize düşeni ne kadar yapabiliyoruz? Barışı toplumsallaştırmak adına biz ne yapıyoruz? Bu sürecin en önemli yanlarından bir diğeri ise, Kürtlerin kendi iç barış ve birlikleridir. Bu sürecin buna da hizmet edeceğine olan inancım nedeniyle çok destekliyorum.”
Konferansa katılan Kazakistan Halk Meclisi Üyesi Narin Nadirova, “Ben eski Sovyet Kürtlerinden, Kırgızistan’danım ama Serhad’dan oraya göç ettik. Şeyh Sait hareketi sırasında sınırlar çekildi ve biz sınırların ardında kaldık. Sürgünlük çok kötü bir durumdur. Birçok acısı ve zorluğu var. Hepiniz bilirsiniz. Aramızda fiziki sınırlar var ama gönlümüz hep buradaydı. 1937 yılına kadar da böyleydi. 37’den sonra birçok Kafkasya Kürdü Orta Asya’ya sürgün edildi. Büyüklerimizin bize anlattıklarına göre ‘neleriniz varsa 24 saatte toplayın ve trene binip yola çıkacaksınız’ denilmiş. İnsan hazırlıklarını yapıp, Orta Asya çöllerine sürgüne gönderiliyor. Bunlardan biri babam Nadir Nadirov’dur. Oda sürgün edilmişti” diye belirtti.
Sürgünde ailelerin yaşamlarının acı içinde hasretle geçtiğini söyleyen Narin Nadirova, Gürcistan’da da halkların sürgün edildiğini dile getirdi. Narin Nadirova, şöyle devam etti: “Orada çekilen zorluklar, Orta Asya’ya geçmeden önce de Yerivan’daki durumdan da bahsetmek istiyorum. Sovyet döneminde orası Kafkas Kürtlerinin merkeziydi. Gazeteler yayınlanıyor, radyo yayınları yapılıyordu. Erivan Radyosu’nu bilmeyen yoktur. Erivan bir anlamda Kürt kültürünün merkezi haline geliyor ve Sovyetlerin dağılmasıyla yeni bir sürgün dönemi başlıyor. Ailelerin hayatlarına baktığımızda birçok acı ve zorluk yaşanıyor.
AHISKA TÜRKLERİNİN HAKKI BİLE TANINIYOR
Ermenistan’da doğdum ama 30 yıldır Kazakistan’da yaşıyorum. 100 halk, Kazakistan’da nasıl birlikte yaşıyor onu anlatmak istiyorum. Birçok arkadaş soruyor ‘Kürt olarak Kazakistan’da nasıl yaşıyorsunuz?’ diye. Sürgün olarak oraya gelen halkların kendi ulusal kimliğini yaşama hakkı verildi. 30 yıldan fazladır Kazakistan’da Kürtlerin kimliği tanınıyor. Hiç problem olduğunu görmedim bunlar önemlidir. Özellikle Serhad bölgesinden sürgün edilen Kürtler ülke hasreti yaşıyor. Birçok insan bu hasretle mezara gitti. Topraklarına dönemediler. Türkiye’deAhıska Türklerinin hakkı bile tanınıyor ama Kürtler niye hala tanınmıyor onu sormak istiyorum. Buradan sürülmüşler ama kendi atalarının topraklarına dönerek neden bu kimliği alamıyor? Bu demokrasi ve barış sürecinin amacına ulaşmasını diliyorum.”
