HABER MERKEZİ - Sürece dair adım atması gereken tarafın Kürtler değil devletin olduğunu belirten Duran Kalkan, “Önder Apo'nun siyaset yapmasının önü açılsın, özgür siyaset yapabilir hale gelsin, demokratik siyasi çalışma yürütür hale gelsin, her şey değişir. Çözüm Önder Apo'dan olur” dedi.
PKK Kurucu Kadrolarından Duran Kalkan, Medya Haber TV’de yayınlanan özel programda gazeteci Xoşeng Yılmaz’ın sorularını yanıtladı. Duran Kalkan, Barış ve Demokratik Toplum Sürecinde gelinen aşama, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın koşulları, Asrın Hukuk Bürosu’nun 6 yıl aradan sonra İmralı’da yaptığı avukat görüşü ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin “umut hakkı” ile ilgili toplantısına dair önemli değerlendirmelerde bulundu.
İMRALI’DA 6 YIL SONRA AVUKAT GÖRÜŞMESİ
Avukatların 6 yıl aradan sonra İmralı’da Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmeyi değerlendiren Duran Kalkan, “6 yıl sonra gittiler, öncesinde de 2011'den 2019'a kadar yine görüşme olmamıştı. Ancak büyük ölüm orucu bu tecridi kırabilmişti. Şimdi 6 yıl sonra avukatlar gittiler. Neredeyse avukatlar İmralı'ya gitti, avukat görüşü oluyor diye sevineceğiz. Topluma bir sevindirme hali veriliyor. Halbuki bu her yerde çok doğal bir durum. Asgari demokrasilerde olan bir durum. Avukat görüşmesinin bile bu hale gelmesi, ‘ölümü gösterip sıtmaya razı etme’ durumu yaşanıyor. Bu kadar hukuksuzluk olsun, kanunsuzluk olsun, ondan sonra da normal bir kanun uygulanır hale gelince, bu sanki büyük bir mucizeymiş gibi, büyük bir olaymış gibi algılansın. Tuhaflık burada! Örneğin bu durum içinde bulunduğumuz sürecin ruhuna da içeriğine de uygun değil. Barış ve Demokratik Toplum sürecinden söz ediyoruz. Önder Apo'nun 27 Şubat tarihli çağrısıyla hiç kimsenin aklının ucundan geçirmediği, duyduğunda inanmakta zorlandığı tarihi adımlar atıldı, gelişmeler oldu. 50 yıllık PKK, örgütsel varlığını sona erdirdi. Silahlı mücadele stratejisini değiştirdi. Bu kadar gelişmeden sonra ince eleyip sıkı dokuyarak avukatların İmralı'ya gidip Önder Apo'yla görüşmesi oluyor. Buna ne denir? Takdiri herkese bırakıyoruz. Herkes sorgulasın, değerlendirsin. İmralı'da kapılar açılmıştır mı diyelim? Barış geldi mi diyelim? Böyle denilebilir mi? Ama biz tecrit devam ediyor, rehine durumu sürüyor deyince muhataplarımız alınıyorlar, rahatsızlıklar ortaya çıkıyor. Peki, ama bu durum nedir? PKK'nin feshi üzerinden 4 ay geçmiş, 5’nci ayına girmiş olmasına rağmen bu durumun sürdürülmesi, avukat görüşünün bile bu kadar bir mucize olay haline getirilmesi, bu kadar haber değeri olur bir pozisyona gelmesi kabul edilir bir durum değil. Başka türlü izahı mümkün değil. Zaten içeriğinden tümüyle rahatsızlık duyuluyor. Hem 27 yıldır rehine tutuluyor, siyasetten yargılanıyor, hem de işte siyaset konuşuluyor diye rahatsızlık duyuyor. Peki başka ne konuşulacaktı ki? Hukukun siyasetten bağımsız neresi var? Bir de 27 yıldır İmralı'da herhalde siyaset dışı nedenlerle durulmuyor. Siyaset nedenleriyle duruluyor. Buna rağmen durum böyleyken bu halde olması, çok fazla bir değişimin olmadığını, değişimde dahası isteğin olmadığını, bir zihniyet ve siyaset değişimi yönünde tutarlı bir duruşun olmadığını görüyoruz. Bundan başka herhangi bir anlama gelmiyor” dedi.
BAKANLAR KOMİTESİ’NDE ‘UMUT HAKKI’ TOPLANTISI
Duran Kalkan, aynı gün Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nde “umut hakkı” gündemiyle başlayan ve 3 gün sürecek toplantıya dair şunları söyledi: “Şimdi 10 yıl boyunca Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin aldığı kararı durdurdu, görmezden geldi. Geçen yıl birdenbire hatırlandı. Nasıl olduysa. Zaten 25 yılı açtı Önder Apo. İki yıldır hukuksuz olarak orada tutuluyor. Hukuk diyorlardı, kendilerinin hukukuna göre de tutulmaması gerekiyor. Rehinenin rehineciliği sürdürülüyor. Mevcut durum öyledir. O hale geldiği için artık daha fazla sürdüremediler durumu. Sonuç, şimdi bir yıllık bir süre vermişlerdi, Türkiye'den yasal değişikliklerin yapılması üzerine. Türkiye'nin öyle bir değişiklik yaptığını görmedik. Hatta Adalet Bakanlığı’nın verdiği cevaba göre öyle bir değişiklik yapmayacaklarını açıkça ifade ettiler. Hatta yapsalar bile Önder Apo'yu bunun dışında tutacaklarını da söylüyorlar. Başka ne için yapacaklarsa, kim için yapacaklarsa! Her şey çok anlamsız mevcut yaklaşımlar içerisinde, içerikten kopuk, gerçekten oyun olur, hile olur, böyle olmaz. Bu kadar sırıtan durumda olmaz. Derler ya kitabına uydurmak… Hiç olmazsa biraz ona uydurulabilmeli. Ama gerçekten de mızrak çuvala sığmıyor. Her şey apaçık görünüyor, çok olumsuz pozisyonda. Şimdi Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi ne diyecek? Sır gibi saklıyor. Zaten herhangi bir şey açıklamış değil. Halbuki hesabına gelse her şeyi açıklıyorlar, tartışıyorlar, basına veriyorlar ama şu ana kadar herhangi bir şey sızdırılmış değiller. Yakından takip ediyoruz. Hukuki ortam takip ediyor, halk takip ediyor, Kürtler çok duyarlı. Alınacak kararlar, oradan çıkacak sonuç, aslında Avrupa Birliği denen yapılanmanın tutumunu belirleyecek. Avrupa demokrasisinin olup olmadığını, herkes için işleyip işlemediğini, ne kadar demokrasi olup olmadığını ortaya koyacak, bir sorgulama, tarihi bir sınav gibi olacak. Eğer hala sürüncemede bırakma, oyalama, benzeri tutumlar çıkarsa, ne denir buna? Suç ortaklığı denir. Zaten şimdiye kadar öyleydi. Geçen süreçlerde de, doğru değerlendiren bütün çevreler tanımı böyle koydular. Şimdi bu suç ortaklığı durumu çok daha somut, net, tescillenmiş olacak. Şöyle olsun, böyle olsun diyecek durumda değiliz. Çünkü Kürt sorunu konusunda Avrupa Birliği'nden ya da Avrupa demokrasisinden böyle pozitif bir tutumdan öteye, aktif bir tutum bile göremedik.
‘BU DURUM AVRUPA İÇİN BİR YÜZ KARASI OLUYOR’
Önder Apo, Avrupa'ya çıktı 98'de. Roma'ya gitti, Avrupa'nın önemli merkezleri. Avrupa Birliği'ne siyaset yapması için, Kürt sorununun çözümünde rol oynaması için altın tepside imkanlar sundu. Avrupa Birliği sahip bile çıkmadı, kovdu. Önder Apo'ya İmralı'nın yolunu gösterdi. Neredeyse idamın yolunu gösterecekti. İdama o kadar karşıt olanlar, idam ortamına attılar Önder Apo'yu. Bunu unuttuğumuzu kimse sanmasın. İmralı yargılamaları olurken, neden çatışma olmuyor diye yanıp tutuşan Avrupalı siyasetçi çevreleri, başta Almanya olmak üzere hiç unutmadık. Hiçbir zaman da unutmayacağız. Onların siyasetlerinin ne olduğunu, nereden beslendiklerini, Ortadoğu'nun çelişki ve çatışma sisteminin kimler tarafından niçin, nasıl ortaya çıkartıldığını ve bu çatışma ortamından kimin yararlandığını çok net gördük. Ve hiçbir zaman da unutmayacağız. Bu bakımdan gerçekten bir rol oynayabilir mi? Yok, böyle bir inisiyatif yok. Çok tuhaf, dünyayı bu hale getirmiş olan Avrupa, ondan sonra bir kenara çekilmiş basit menfaatçilik peşinde koşuyor. Esas sorgulanması gereken, yargılanması gereken, üzerinde durulması gereken durum bu. Artık biz bir şey diyemeyiz, bekleyip göreceğiz. Fakat elbette ki tavrımız, tutumumuz olacak. Oluyor da zaten. Örneğin Avrupa'nın demokratik çevrelerine, sol sosyalist güçlerine, insan hakları savunucularına, kadın gençlik örgütlerine çağrımız olabilir. Bu durum Avrupa için aslında bir yüz karası oluyor.
‘ÖNDER APO’NUN FİZİKİ ÖZGÜRLÜĞÜNÜN ZAMANI GELDİ’
Artık buna karşı daha aktif bir mücadele gerekli. Avrupa'da demokrasinin gelişmesi, özgürlüklerin gelişmesi, hakların gelişmesi için, buna ihtiyaç var. Böyle olmazsa işte Neo-Nazizm gelişir. Her alanda gelişiyor. Onların bu politikayla bağını görmek lazım. Elbette ki böyle bir politika izlenirse ve buna ses çıkarılamazsa, bunun sonu faşistlerin gelişimidir. Neo-Nazilerin gelişmesi, giderek her yerde iktidar haline gelmesidir. Avrupa'yı ele bile geçirebilirler eğer etkili mücadele olunmazsa. Tabii biz esas kendimize bakacağız. Kürt toplumu, kadınları, gençleri duyarlı, duyarlılıklarını sürdürmeliler, daha fazla da sürdürmeliler. Bu günler duracak günler değil, eylem halinde olma günleridir. İşte Bakur'da, Rojava'da eylemler var, durmamalı da. Özellikle karar çıkana kadar da Kürtler her yerde ayakta olmalı, sokakta olmalı ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nden tutum istemeli, adalet istemeli, demokrasi istemeli. Bunun da Önder Apo'nun üzerinde en azından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin aldığı kararın uygulanmasını istemeli. Kendilerinin Türkiye'den istedikleri hukuki düzenlemelerin yapılmasını istemelerini dayatmak gerekiyor. Bunun için sürekli eylem halinde olmak gerekli. Halkımız ve dostlarımız bu günleri iyi değerlendirmeli, tutumunu net koymalı. Zayıf, dar durumlar olmamalı. Bir de artık sürekli kılmalıyız. Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünün zamanı geldi, çoktan geçti. Bu böyle bir propaganda değil artık. Herhangi bir talep değil anında gerçekleşmesi gereken bir talep. Onun için sürekli eylemde olunması gereken bir talep. Gerçekleşmemesinin kabul edilemeyeceği bir talep. Bunun için de tüm halkımızı, başta gençleri, kadınları, tüm dostlarımızı bu tarihi günlerde çok duyarlı olmaya ve sürekli bir eylem halinde bulunup Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü, umut hakkı olur, başka şeyler olur, sürekli talep etmeye, dayatmaya çağırıyorum.”
MECLİS KOMİSYONU: MESELENİN ÖZÜNE GİRMEDİ, ADINI KOYAMADI!
Duran Kalkan, Barış ve Demokratik Toplum Süreci kapsamında kurulan Meclis Komisyonu’nun beklenti yarattığını ancak istendiği gibi olmadığını belirterek, “Bazı önemli tartışmalar oldu ama giderek meselenin özüne girmeyen, adını koymayan, neyle uğraştığı belli olmayan bir duruma geldi. Adı Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu ama demokratikleşme üzerinde durmuyor, ‘demokrasi var’ diyor. Kardeşlik, ‘zaten kardeşlik de var, bu Kürtler terslik yapmasalar, bize teslim olsalar, ne güzel kardeşlik daha da perçinlenir, o zaman milli dayanışma da güçlenmiş olur’ diyorlar. Böyle olmaz, bunun için bir komisyon kurmaya gerek yoktu. Bu işin özünü, içini boşaltmak oluyor, süreci boşlamak oluyor. Böyle olmaz, en önemli şeylerden bir tanesi neydi? Eski meclis başkanlarının tutumuydu, konuşmalarıydı. Yeni meclis başkanı başkanlık ediyor, Numan Kurtulmuş, onları dikkate almalı. Ya bu meclisi yönettiler. Bir kişi değil, iki kişi değil, sayısı da çoktu. Ve neredeyse ortak görüş belirttiler. Komisyon meselenin adını koysun dediler, kendi tanımını iyi yapsın, hızlı çalışsın, Kürt sorununun ve demokratikleşmenin komisyonu olduğunu ifade etsin. Bunu alenen ortaya koydular ve Türkiye için bir fırsat olduğunu belirttiler. Fakat sanki bundan rahatsızlık duyulmuş gibi iktidar çevrelerinden tepki geldi. Gerçekten niyetleri varsa, düşünceleri süreçten yanaysa, bunları birer vesile yapmalıydılar, topluma yansıtmalıydılar. Toplumun sürece katılımı için vesile yapmalıydılar. O insanlar bu durumları göze aldı, ifade ettiler. Gerçekten de önemliydi. Biz oldukça değerli bulduk. Türkiye kamuoyuna fazla yansıtılmadı, yeterince yansıtmak gerekli. Fakat yine öyle olmuyor, giderek basitleştiriliyor” diye konuştu.
‘MECLİS KOMİSYONU ÖNDER APO İLE NEDEN GÖRÜŞMÜYOR?’
Meclis Komisyonu’nun kurulmasını öneren Abdullah Öcalan ile görüşülmemesini eleştiren Duran Kalkan, “Görüşülüp görüşülemeyeceği de belli değil. Bunu birçok parti istedi, DEVA Partisi istedi, Gelecek Partisi istedi, MHP istedi. Ama komisyon karar alamıyor. Besbelli her şey AKP'ye bağlı. Bütün bu durumların hepsi CHP'nin üzerine yıkmaya çalışıyor AKP ama hayır kimseyi kandıramaz. AKP'nin üzerinde kalıyor. AKP hiç kimsenin üzerine yıkamaz bu durumu. Hala Önder Apo'yu dinlememesi, dinlenecek mi, dinlenmeyecek mi? Bunun hala tartışmalı olması, birkaç üyenin gitmesi gibi şeyler olması, gayriciddi sözlerin söylenmesi akıl alır gibi değil. Hani Devlet Bahçeli ya meclise gelsin, siyaset yapsın, DEM Parti grubunda konuşsun, başkan olsun demişti. Hala da söylüyor. MHP Genel Başkanı olarak ben bunun arkasındayım dedi. Cumhurbaşkanı olarak Tayyip Erdoğan da bunun bir devlet politikası olduğunu söyleyerek sahip çıktı. Fakat hani uygulandı mı? Uygulanıyor mu Devlet Bahçeli'nin sözleri? Bir de İmralı'ya gidip gitmemeyi tartışıyorlar. Niye herkes komisyona gidiyor, komisyonda konuşuyor da Önder Apo niye gidemiyor? Neden Önder Apo hala bir komisyona gidip konuşma yapacak duruma getirilmiyor? Bunun uzağında tutuluyor. Biz şunları söyleyelim, 27 Şubat'ta Önder Apo çağrı yaptı, PKK 2 ay 7 gün sonra çağrıya cevap verdi. PKK'nin örgütsel varlığını sona erdiren, silahlı mücadele stratejisini durduran kararlar alan kongre yaptı ve bunu anında bütün kamuoyuna duyurdu. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bu devlet projesini 22 Ekim 2024'te açıkladı. Neredeyse 11’inci ay doluyor. Hiçbirisi yerine getirilmedi” diye belirtti.
‘DEMOKRATİKLEŞME ADIMLARININ ATILMASI GEREKİYOR’
Kürt özgürlük hareketi ve PKK’nin Abdullah Öcalan’ın çağrısını 2 ay 7 gün içinde eksiksiz bir şekilde yerine getirdiğini vurgulayan Duran Kalkan, “Devlet Bahçeli kendisi çağrıda yapıyor, birlikte hareket ediyoruz deniliyor ama sözlerinin hiçbirisi gerçekleşmiyor. Bu bakımdan durumu ciddi değerlendirmek gerekli. Bu iş böyle olmaz, doğru yaklaşmak lazım. Tersinden ele alınınca işin içinden çıkılamaz. Önder Apo bu yaklaşımların düzeltilmesini, tutumun net olarak herkesçe açık konmasını istedi. Biz de o görüşteyiz ve tutumdayız. Oyalama, hileler varsa yeter artık, bitmeli. Herkes gerçekten ne düşünüyor, ne yapmak istiyorsa, alenen tutumunu ortaya koysun. Yeni bir evreye süreç taşınsın. Müzakere evresi deniliyor, buraya kadar geldi. Biz yapacaklarımızı yaptık. Aslında 2013'te de biz yapacaklarımızı yapmıştık. Bir takvime bağlamıştık, güçleri çekiyorduk, ilk grupları sınıra getirdik, çıkardık. Diğerleri hareket ediyordu. Karşı taraf hiçbir şey yapmayınca süreç durdu. Şimdi de PKK tarafı olarak, biz Kürt tarafı olarak yapılması gerekenleri en erkenden, en hızlı bir biçimde yaptık. Ama şimdi sürecin ilerlemesi, demokratikleşmenin, kardeşliğin gelişmesi için, Kürt sorununun çözümü için devletin adımlar atması gerekiyor, demokratikleşme adımlarının atılması gerekiyor. Kürtlere şu verilsin, bu verilsin demiyoruz. Türkiye'nin demokrasisi gelişsin, Türkiye kardeş olsun, bütün olsun. Yoksa siyasi tehlike ortada. İsrail'in neler yaptığı, Ortadoğu'da 3. Dünya Savaşı'nın nereye geldiği ortada. Bunu öncesinden de değerlendirdik. Tekrar etmeye de gerek yok. Artık biraz düşünebilen herkes gerçekleri anlayabiliyor, görebiliyor, böyle bir ortamda hala böyle oyalayıcı, adım atamaz pozisyonunda kalmak, ondan sonra da PKK adım atmıyor diye böyle basın üzerinden töhmet altında bırakıcı, insanların algılarını değiştirici, düşüncelerini saptırıcı, zehir diliyle konuşmalar yapmak, propaganda etmek hiç kimseye fayda getirmez” dedi.
‘ARTIK HER ŞEY ÖNDER APO’YA BAĞLI’
Kürt tarafının tutumunu açık bir şekilde ortaya koyduğunu ifade eden Duran Kalkan, “Baştan beri hep açık davrandık. Önder Apo çağrılar yaptı. Yapabileceklerimizi de yapamayacaklarımızı da PKK olarak, yönetim olarak açık söyledik. Kamuoyuna da açık söyledik. Kamuoyundan önce Önder Apo'ya da açık söyledik. Önder Apo çağrı yapıp bizden talepte bulununca, örneğin ‘kongre yapın bu temelde’ dedi, biz yapamayız dedik. Israr isteyince, biz kongre yaparız, bu kararları alırız ama uygulayamayız dedik. Tamam, yapılsın, alınsın kararlar dendi ve biz yaptık kongreyi, karar aldık. Kongrede üç maddelik karar aldık, yayınladık. Herkes memnuniyetle karşıladı. Başta Devlet Bahçeli, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, birçok çevrece olumlu karşılandı, kutlandı. Hala da Devlet Bahçeli gerçeği ifade ediyor, PKK, örgüt, kurucu önderliğin taleplerini eksiksiz yerine getirdi diyor. Tam bir uyum ve bütünlük var. Herhangi bir olumsuz tutum, hile sayılabilecek herhangi bir şey görülmedi. Peki, neydi kongre kararımız? Bir, PKK'nin faaliyetlerini durduruyoruz, örgütsel varlığını sona erdiriyoruz. İki, silahlı mücadele stratejisini sona erdiriyoruz. Demokratik siyaset stratejisi yapacağız. Üç, bu iki kararın uygulanması ancak Önder Apo'nun fiili yönetimiyle olur. Önder Apo uygulayabilir, onun da hukuki temelleri oluşursa gerçekleşebilir. Şimdi kabul edilen bunlardı, burada 3’üncü maddenin gereklerinin yerine getirilmesi lazım. Fakat hiçbirisi getirilmedi. PKK şunu yapmıyor, PKK bunu yapmıyor deniliyor. PKK yok ki zaten, varlığını sona erdirdi. Ne demekti 3’üncü madde? Yönetimi Önder Apo'ya devrediyoruz. Bu kararların uygulanmasının yönetimi Önder Apo'dur. Önder Apo da ‘ben yapmak istiyorum, hepsini de yapacağım’ diyor. Taahhüt ediyor. Buna uygun da çalışıyor ama konmuş İmralı rehine sistemi içerisine, avukatlar bile 6 yılda bir sefer götürülüyor. Ondan sonra da Önder Apo PKK'nin örgütsel varlığını sona erdirmeyi, silahlı mücadeleyi sona erdirme kararını yönetecek, yürütecek. Nasıl yürütecek? Bu mümkün değil. Çağrı yapıyorlar herkese, silahlarınızı atın gelin! Ondan sonra bizim konuşmalarımızdan rahatsızlık duyuyorlar. Niye duyuyorsunuz? Bizimle de bir alakası yok ki bunun. Artık her şey Önder Apo'ya bağlı. Gerçekten çözüm istiyorsanız, işte demokratik entegrasyonda ortak mutabakat varsa ki bunlar kamuoyuna yansıdı, mutabakattı. Önder Apo'nun görüşleri değil sadece, devletle birlikte alınıyor. Devletin onayıyla kamuoyuna yansıyor. Şimdi gerçekten öyle olacaksa bu iş, önce Önder Apo'dan başlamalı” şeklinde konuştu.
‘DEMOKRATİK ENTEGRASYON ÖNDER APO’DAN BAŞLASIN’
Duran Kalkan, devlet ve iktidarın süreci silaha indirgeyen tutumunu da eleştirdi ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Şimdi arabayı atın önüne koşmamak lazım. Böyle bu biçimde olmaz. Bizimle sorun çözülmez. Dağda elinde silahı olan savaşçının ne olacağıyla sorun çözülmez, oradan başlanmaz. Önder Apo 27 yıldır zaten tutsak konumda. İki yıldır hukuki olarak hiç suçu yokken, siyaseten verilmiş cezanın da hükmü bitti. Tamam görelim demokratik entegrasyon başlasın Önder Apo'dan. Önder Apo demokratik siyaset yapsın, kursun örgütlenmesini, görsün savaşçı, herkes silahını bırakır, koşar Önder Apo'nun yanına. Katılır örgütüne, demokratik siyaset yapar. Ben buna güvence veriyorum. Ama Önder Apo rehine koşullarında olacak, ondan sonra da savaşçı silahını atacak, yakacak, gidecek halkın içine girecek, evine gidecek. Ciddi olmak lazım. Bazı kavramlar ve söylemler… Biz kendimizi zor tutuyoruz, öyle diyebilirim, sabır gösteriyoruz. Bir, Önder Apo'ya doğru yaklaşılmalı. 60 milyon Kürt'ün önderi olarak, siyasi temsilcisi olarak, baş müzakerecisi olarak orada, herhangi bir kişi değil. Doğru yaklaşılacak o zaman. İki, dağda silahını atıp anasının, babasının dizinin dibine koşmaya hazır çocuklar yok. ‘Dağdaki çocuklar ne zaman gelecek?’ Herkes ağzından çıkanı kulağı duymalı, ağzından çıkana dikkat etmeli. Dağda öyle eve koşmaya hazırlanmış çocuk falan yok. Özgürlük için, demokrasi için dağa çıkmış, silah kuşanmış, binlerce şehit vermiş, fedai özgürlük savaşçıları var. Siz kimden ne bekliyorsunuz? Önder Apo o koşullarda olacak, silahını bırakıp bir savaşçı gidecek halkın içerisine. Peki ne diyecek bu halka? Farz edelim ki anasının yanına gitti. Anası ‘Niye geldin evladım?’ derse, ne diyecek? ‘Niye gittin, niye geldin? Ne değişti de geldin?’ Sormayacaklar mı? Bu kadar kan dökülmüş. Çocuk oyuncağı değil ki bu, büyük bir sorun olmasa, büyük bir mücadele olmasa bu olabilir miydi? Önder Apo dedi; Yüce davalar olmasa bir damla kan dökmek cinayettir. Biz bunların hiçbirisini yapmazdık. Bu anlayış ve felsefeyle bu insanlar silah kuşandılar, dağa çıktılar. Öyle birileri bizi çağırırsa, bırakıp gidelim diye değil. Bu bakımdan birçok tutum, davranış hakaret içeriyor. Biz kimseye hakaret etmek istemiyoruz. Ama öyle kimsenin hakaretamiz sözlerine, davranışlarına boyun eğecek durumda da değiliz. Kimse bunu böyle beklememeli, böyle anlamamalı.
DEVLET VE İKTİDARIN SÜRECE YAKLAŞIMI
Komisyon oldu, süreçten söz ediliyor. İkide bir zaman geçiriliyor. Ondan sonra, ‘Ha PKK ne yapacak? Niye adımlar atılmıyor? Ne adımı atacak? Niye silahlar bırakılmadı? Niye koşup gelip evlerine gelmiyorlar?’ Bunu bekliyorlar. Bunu bekleyenler 10 yıl geçse bile böyle boşuna beklerler ve bu böyle o kadar da sürmez. Bu durum öyle sürmez. Böyle bir yaklaşımla herhangi bir sorun falan çözülmez. Eğer bu komisyon böyle bir süreyi götürmek istiyorsa, Meclise biraz güven vardı, Meclis bu işe girerse çözülür, sorun meclise gelmeli deniliyordu. CHP'liler bunu söylediler, diğer partiler bunu söylediler. Biz de evet dedik. Önder Apo da ısrar etti, Meclis’te olsun, toplumun işte irade olarak bildiği yerde olsun, herkes buna katılsın, herkesi içine alsın, daha uygun olur. Ama böyle olursa var olan itibar da Meclis’in itibarı da biter, bütün güven biter. O halde Türkiye ne yapmak istiyor? Biz anlamak istiyoruz. Gerçekten Türkiye ne yapmak istiyor? Türkiye, mevcut iktidar özellikle ne yapmak istiyor? Devlet, bu iktidarın uygulamalarını onaylıyor mu? Gerçekten Kürt'e Kürt diyor mu? Kürt halkının varlığını kabul ediyor mu? Kardeşlik komisyonu, kardeş kim olacak? Meclis Başkanı açılışta dedi, Türk ile Kürt'ün kardeş olacak. Peki açılış konuşmasıyla mı sınırlı kalacaktı bu? Haydi bir kardeşlik hukuku görelim, oluşsun. Meclis Komisyonu kardeşlik hukuku üzerinde çalışsın. Ama bunların hiçbirisi olmuyor. Hiçbirisi gerçekleşmiyor. Ondan sonra da böyle süreç tıkanmış, kamuoyu oyalanıyor. Özellikle Türkiye kamuoyu aldatılıyor. Çeşitli sahte gündemlerle, iktidar çatışmalarıyla toplumun bilinci karartılıyor. Böyle olmaz, bu kadar tarihi işlerin yapıldığı, yüzyılların, bin yılların sisteminin, ilişki düzeninin oluşturulmaya çalışıldığı, yüzlerce yıllık geleceğin şekillendirilmek istendiği bir ortamda bunu gerçekleştirmekle mükellef siyaset böyle mi davranır? Siyasetçi böyle mi yaklaşır? Bu ne kadar basit, bu gerçeklerden uzak bir siyasi yaklaşım. Kabul edilecek hiçbir yanı yok.
‘ÇÖZÜM ÖNDER APO’NUN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN GERÇEKLEŞMESİDİR’
Kısaca alenen şunu söyleyelim; Sorunu, her şeyi Önder Apo çözer. Bir şeyler yapmak isteyenler varsa, Barış ve Demokratik Toplum sürecini işletelim, bu bir şanstır, bunu ilerletelim diyen varsa, ilerleyecek yer Önder Apo'nun koşullarının değişmesidir. Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünün adım adım hızla gerçekleştirilmesidir. Çözümün anahtarı orada, yeni gelişmenin anahtarı orada, Kürt tarafında yeni adımlar atabilmenin anahtarı orada. Şimdi kardeşlik hukuku belirlenecek, demokratik sistem belirlenecek, Mecliste heyetler var, bir tarafta Kürtler adına Önder Apo baş müzakereci, işte Kürt özgürlük hareketi mücadelesi olmuş. Bunların da bu sürece katılmaları gerekiyor. Peki, nasıl katılacaklar? Baş müzakereci nasıl müzakere edecek? Özgür, eşit müzakere etmenin koşulları var mı? Böyle olmasa müzakere olur mu? İmralı'daki mevcut koşullarda yapılana müzakere denir mi? Böyle müzakere olur mu? Var mı dünyada bir örneği? Şimdi Önder Apo yalnız başına mı? 60 milyonluk halkın önderi, bu kadar mücadele etmiş, dünya birleşmiş üzerine saldırmış, yenilgiye uğratamamış bir örgütlenmenin yaratıcısı, mücadelenin sahibi. Bu işler gerçekten böyle olmaz. ‘Savaşçı ne olacak? Niye gelinmiyor? Niye silahlar bırakılmadı? Niye engelleniyor?’ denince şaşırıyoruz. Ya bunun ciddiye alınacak hiçbir yanı yok. Bu insanlar bu işi bilmiyorlar, anlamıyorlar diyemeyiz. Herkesin çok akıllı olduğunun, dersine iyi çalıştığının, görevinin başında olduğunun farkındayız, bilincindeyiz. O zaman geriye ne kalıyor? O halde demek ki bir zihniyet, siyaset değişimi yok, değişme istemi yok. Önder Apo'nun siyaset yapmasının önü açılsın, özgür siyaset yapabilir hale gelsin, demokratik siyasi çalışma yürütür hale gelsin, her şey değişir. Çözüm Önder Apo'dan olur. Bu savaşçıyla ya da yöneticiyle uğraşarak herhangi bir çözüm bulunmaz. Bu sürecin ilerleticiliği tamamen Önder Apo'nun durumu.
DEVLET BAHÇELİ’NİN ‘MECLİS’E GELSİN’ SÖZLERİNİ HATIRLATTI!
Peki, Önder Apo'nun durumunda bir değişiklik olamaz mı? 11 ay önce MHP Lideri Devlet Bahçeli gelip mecliste DEM Partinin başına geçebileceğini söyledi. Demokratik siyaset yapabileceğini söyledi. İşte 5-7 Mayıs arasında toplanan PKK 12’nci Kongresi'nin aldığı iki maddelik kararı alırsa dedi ve Mayıs ayında alındı bu. Ertesinde hemen yeni gelişmeler olabilirdi. Gerçekten böyle düşünülse, örneğin toplum buna hazırlanır. Böyle bir çaba göremiyoruz. İktidar kanadında topluma dönük böyle bir yaklaşım görmüyoruz, böyle bir çalışma görmüyoruz. Toplumun Kürtlerle barışa, Türkiye'nin demokratikleşmesine hazırlandığı bir durumu göremiyoruz. Böyle bir çaba yok, böyle bir yaklaşım yok. Mecliste oluşan komisyon, 15 gün kaldı, Meclis yeniden açılacak. Komisyona diyecek, ‘Ne yaptın?’ Komisyon da, ‘Dinledim. Çeşitli kişiler geldiler, konuştuk, uğraştık işte. Oyaladık, zaman geçirdik’ onu diyecek. Ya da el altından gizli şeyler yapılıyor, onları çıkaracaklar. O tür şeyler de olabilir. Bu iktidardan her şey çıkabilir. Bakacaksın, ‘Biz de şu yasa çıkardık’ diye, geçmişin ‘pişmanlık kanunları’ vardı, ‘teslim ol’ kanunları, onlara benzer şeyler yapmak hazırlığı içinde olabilirler. Bilemiyoruz ama herhalde boş durmuyorlar. Hep böyle götüremeyeceklerini de biliyorlar. O halde başka şeyler düşünüyorlar. Ne olabilir? İnsan düşünüyor. Şimdiye kadar çokça yapılabilirdi. Deniliyor ki, ‘Kamuoyu hazırlanması lazım’ ama kamuoyunun hazırlanması için bir çalışma yok. Zaman gerekli, zaman iyi de zamanı doğru değerlendirmek lazım. Kanunlar gerekli, kanun oluşturmak için işte komisyon kuruldu, tartışacaktı, hazırlık çalışması yapacaktı. Bunların hiçbirisi yok. Dahası Önder Apo'nun zaten hukuki olarak da işte Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi karar alacak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne göre aslında artık tutsak olmaması lazım. Tutsaklık süresini 2 senedir bitirdi. Fazladan tutuluyor. O zindanda 30 yılını doldurmuş çok sayıda siyasetçinin, siyasi tutsağın 31, 32, 35 yıl tutulduğu ve hala tutulduğu gibi Önder Apo da rehinelik durumu artırılarak tutuluyor. Bu durumu değiştirmek çok mu zor? Yok, hukuki olarak da rahatlıkla yapabilirlerdi. Daha ötesi zaten doldurmuş. Bunu dikkate alarak, Avrupa normlarını da gözeterek serbest siyaset yapmasını, fiziki özgürlüğünün önünü açabilirlerdi. Daha ötesi Cumhurbaşkanının yetkisi var buna, bir sürü tutsağı bıraktı. Siyasetten de var.
‘BİZİM DEĞİL, ARTIK DEVLETİN YAPMASI GEREKENLER VAR’
Cumhurbaşkanı diyelim ki gerçekten istiyor bunu, Önder Apo'yla İmralı'da görüşülen, tartışılan, birlikte kararlaştırılanlara gerçekten inanıyor. O halde işte sürecin ilerletilmesi lazım. Bunun için de Önder Apo'nun koşullarının değişmesi gerekli. Bunu bir günde yapabilir, rahatlıkla takdir hakkını kullanabilir. Birçok nedenle bir kararnameyle Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü sağlayabilir. Siyaseten istese bunun yolları açık ve kendi siyasetini işletmek için onları kullanır. Başka kişilerde kullanıyor, burada da kullanır. Kullanmıyor, demek ki o siyasette değil. Niye bizi kandırıyor ki? Biz de diyoruz ki oyalama oluyor, dikkat edelim, böyle olmaz. Böyle deyince de rahatsızlık duyuluyor. Böyle olmaz. Bir kere daha net ifade edeyim. Böyle boş tartışıyor birçok çevre, toplumu zehirliyorlar, dilleri zehir gibi, hala bu sürüyor. Toplum hala ırkçı, şoven, Kürt düşmanı sözlerle zehirlenmeye çalışılıyor. Kardeşlik değil, düşmanlıklar, karşıtlıklar geliştiriliyor. Bu kötü bir durum. Biz bunu istemiyoruz, gerçekten de sürece stratejik yaklaşıyoruz. Barış ve Demokratik Toplum çağrısına ve 12’nci kongrede aldığımız kararlara bağlıyız. Bunun gerekleri yerine getirilirse, üç maddelik temel kararımız, 3’üncü maddenin gerekleri yerine getirilirse, ilk iki maddenin uygulanması hızla gerçekleşir. Ama o gerekler yerine getirilmeden de hiç kimse o iki maddeyi uygulamaya koyamaz. Kimsenin yetkisi yok ki koyabilsin, gücü de yoktur. Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü için silah kuşanmış savaşçıdan, özgürleşmiş Önder Apo dışında, fiziki özgür olmuş Önder Apo dışında hiç kimse silahı alamaz. Kim alacağını hesap ediyorsa yanılıyor. Bizden de kimse istemesin bunu. Böyle sürdürülürse herkes bekliyordu ki barış olacak, gençler burunlarından soluyorlar, süreci yakından takip ediyorlar. Eğer bir şey olmayacaksa, o zaman zaten her şey karmakarışık olur. Biz olsun istemiyoruz. Bunların hiçbirisi şunu bunu tehdit değil ama gerçeklerin somut olarak ortaya konmasıdır. Biz kimseyi kandırmak istemiyoruz. Kimsenin bizi kandırıcı yaklaşımına da öyle boyun eğecek değiliz, görmezden gelecek değiliz. Önder Apo'nun özelliği hep arkadaşlar da belirttiler: Ne aldanır ne aldatır. Aldanma ve aldatma üzerine olmasın bu ilişkiler. Barış ve demokrasiden söz ediyoruz. Bu tutarlılık gerektiriyor, ciddiyet gerektiriyor. O bakımdan gerçekten biz bu konuda sonuna kadar ciddiyiz, samimiyiz, gerçekleşmesini istiyoruz da. Ama kimin ne yapacağı ortada, nelerin yapılacağı ortada. Kongre kararlarımızın 3. maddenin uygulanması, onu uygulaması gerekenler uygulamıyorlar. O zaman sorumlu kendileri oluyorlar. Başka hiç kimseden herhangi bir sorumluluk beklememeliler. Kamuoyu, halkımız, dostlarımız da süreci yakından takip etmeli, biz de ediyoruz, sabrediyoruz. Zor bir sorunla uğraşıyoruz. Hata yapmamak istiyoruz. Önder Apo'nun büyük emek ve çabasına değer biçiyoruz. Hem de çok büyük değer biçiyoruz. Onun gerçekleşmesini de istiyoruz. Ama biz değil, devletin gerçekten hızla yapması gereken şeyler var. Eğer o yönlü adımlar olursa, Meclis Komisyonu bu yönlü adımlar atar, çalışmaya girerse, o zaman belki süreçte bir ilerleme, yenilenme olur. Beklentimiz de bu, dikkatle de takip edeceğiz.”
33. KÜRT KÜLTÜR FESTİVALİ: HEP BÖYLE OLMALIYIZ
Duran Kalkan, Avrupa 33’üncü Kürt Kültür Sanat Festivali’ni de değerlendirdi. Festivalin görkemli ve coşkusu olduğunu belirten Duran Kalkan, “Avrupa’daki halkımızı kutluyorum. Hem Kürt gençler hem enternasyonal gençler Uzun Yürüyüş yaptılar. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü temelinde büyük bir çaba harcadılar. Coşku iyiydi, katılım da iyiydi. Hepsini kutluyorum. Hep böyle olmalıyız. Bu coşkuyla, heyecanla, umutla, böyle bir eylemlilik içerisinde olmalıyız. Yeni yaratıcı yöntemlerle benzer eylemleri geliştirmeliyiz. İçinde bulunduğumuz süreç gerçekten böyle eylemleri gerektiriyor. Aldığımız kararlar, hareket ve halk olarak içinde bulunduğumuz süreç ortada, onun özellikleri net. Bu durumda demokratik siyaset işleyecek, demokratik siyasi mücadele gelişecek. Esas olarak kitle eylemleri, halkın tutumu, eylemliliği belirleyici olacak. O bakımdan da yeni yaratıcı yöntemlerle dört parça Kürdistan'da, Bakur'da, Rojava'da, Rojhilat'ta, Başûr'da, özellikle de yurt dışında daha güçlü Kürt halkının tutumunu ortaya koyan eylemler olmalı. Coşku, moral düzeyi, heyecan ortaya konduğu gibi Önder Apo'nun fiziki özgürlüğüne kilitlenmiş Kürt halk tutumu herkese gösterilmeli ve bundan bir adım geri adım atılmayacağı da ifade edilmeli. Özellikle bu kültürel etkinlikler de önemli. Sanatçılar da katıldılar, çağrı yaptılar. Ben onları da selamlıyorum. Gerçekten de kültürel etkinlikleri de eylemin moral coşku gücü olarak sürekli katmak lazım, sanatsal faaliyetleri daha çok geliştirmek gerekli. Bunu ortak kolektif düzeyde gerçekleştirmek de gerekiyor. Awazê Çiya'nın da bir albümü olmuş, onları da kutluyorum. Bu sürece daha fazla katılmalı, öncülük etmeli sanat camiası. Sanatçı halkın duygusu, ruhu, bilinci, dolayısıyla doğal öncülüğüdür. Her yerde bütün sanatçılar örgütsel öncü gibi halkın mücadelesine öncülük etmeyi bilmeli. Bu temelde mücadele eden herkesi selamlıyor. Mücadelelerini daha da büyütmeye çağırıyorum” dedi.
BESTA YÜRÜYÜŞÜ: ŞIRNAK HALKI ORADA KALMALIYDI
Botan’da eko kırıma karşı gerçekleştirilen Besta yürüyüşünü ve etkilerini de değerlendirerek, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kimseyi eleştirecek halimiz yok. Öz eleştiri verme durumundayız. Suçluluk hissediyoruz. Ben net söyleyebilirim. Şırnak halkı yürüdü, Besta'ya gitti. Bence orada hep kalmalıydılar, çok güzel bir yerdir. Niye o köyleri bıraktılar gittiler ki? Savaş haliydi, fırsat buldukları an tekrar o köylerine gitsinler. Gitselerdi, köylerinde olsalardı, kesemezlerdi böyle. Kim gelebilirdi? Zaten orman köylerindir. Kim girip de bunları tahrip edebilirdi? Mümkün mü? Hepsinin yakasından tutarlardı. Kimse bu cüreti gösteremezdi. Fakat biraz o savaş haliyle, özel savaş saldırılarıyla kopuldu, tekrar dönülemiyor. Biz o zaman köye dönüş çağrısı da yaptık, herkes kıra dönsün, köye dönsün, ya bu şehirler bu kadar dolmuş, hayat vermez, sonunda boğar insanı dedik. Biz de tanıyoruz, o cennet gibi yer. Bu İlker Başbuğ var, en çok Kemalist ve bu şeyleri yürüten olarak geçiniyor, ondan duydum bir defa. bir komutana gösteriyordu Besta'yı, Botan arazisini, dünyanın en güzel arazisidir diyordu. Düşün, işgalci devlet, onun savaş komutanı oraya dünyanın en güzel coğrafyası diyor. Zaten kutsal kitaplar cennet demişler. Niye bu cennet toprağı bırakıyoruz, vatanı bırakıyoruz? Nereye gidiyoruz? Önder Apo çağırdı, ülkeye çağırıyor, dağa çağırıyor. Bu şehirleri çok olumsuzlamıyorum ama bu kadar yığılmak, oksijen bulamaz insanlar böyle olurlarsa, su bulamazlar. Burada bir yaşam geleceği yok. O bakımdan buna yol açamamakla aslında sorumluluk duyuyorduk. Biraz da imkanı olanlar, o imkanları kullanmalılar dedik. Şırnak halkı dıştan destekle de bunun ilk girişimini yaptı. Selamlıyorum, kutluyorum ama bu sürekli olmalı. Bir seferlik değil, bir gösteri değil. Oraya yerleşme olmalı. En ufak bir zarar gördü mü doğamız, kıyamet kopmalı. Nasıl elimiz kanayınca kıyamet koparıyoruz, bir yerimiz kesilince… Doğaya verilen her zarar bize öyle bir acı vermeli, feryat etmeliyiz ona karşı. Anında tepki göstermeliyiz, çok daha güçlü. Bu ekoloji hareketi gelişmeli. Toplumsal ekoloji, kadın özgürlüğü gibi, demokratik modernite paradigmamızın temel bir ayağı. Yeni yaşam iki ayak üzerinde kurulacak. Ahlaki ve politik toplum, demokratik toplum. Bir, kadın özgürlüğü, bir, toplumla barışık doğa. Ekolojik yaklaşım, özgür yaşam bu iki ayak üzerinde gerçekleşecek. Bunlar birbiriyle etle tırnak gibi de bağlı. O halde nasıl ki kadın cinayetleri, kadına saldırı karşısında büyük tepkiler göstermek gerekiyorsa, kadınlar gösteriyor, erkekler de çok az bu yönlü biraz şeyler var ama çok sınırlı. Halbuki çok fazla olmalı. Doğayı tahrip karşısında da aynı tutum olmalı, özgürlük böyle sağlanır. Topluma, Kürt toplumuna, Türkiye halklarına çağrım bir temelde. Çünkü gerçekten de insan bakınca yüreği yanıyor. Doğa bırakmamışlar, ufak bir kazanç sağlayabilmek, bir şey çıkarabilmek için yaşamı yok ediyorlar. Bu kadar gözü dönmüş bir kapitalist sermaye sistemi var karşımızda. Kar, artık her şeyi olmuş bunların. Lanet olsun o kara. Ben geçen sefer demiştim, haram olsun, boğazlarında kalsın. Yine de öyle söylüyorum.”
JIN JIYAN AZADÎ DEVRİMİNİN 3’ÜNCÜ YILDÖNÜMÜ
Duran Kalkan, “Jin Jiyan Azadî” devriminin 3’üncü yıldönümünü de selamlayarak, “Rojhilat, Kürdistan ve İran kadınlarının devrimiydi bu ve devam ediyor. Belirtildiği gibi bir zihniyet ve kültür devrimi, yaşam tarzı devrimidir. Böyle de gelişti. Müthiş bir etki de yaptı. İran sınırlarını hemen aşarak bütün dünyaya yayıldı. Kadın özgürlüğünün, kadın özgürlük devriminin ne kadar toplumu değiştirici, dönüştürücü olduğu, etkili olduğu bir kere daha Rojhilat Kürdistan kadınlarının Jin, Jiyan, Azadî devriminde görüldü. İran'ın geleceği de bu devrimde. Biz böyle söyledik, böyle değerlendirdik ve buna karşı saldırıyla tavır alan, karşı çıkan herkesi geleceği baltalamaya yönelme olarak değerlendirdik, geleceği yok etme olarak değerlendirdik. Bu gerçek açığa çıktı. Şimdi de öyledir, inanıyoruz, umut ediyoruz. Bu bilinç gelişecek, yayılacak. Yeni İran, özgür yaşayan, kadın özgürlüğünü esas alan demokratik İran, bu temelde kurulacak. Bir kere daha 3’üncü yıldönümünde Jin, Jiyan, Azadî devrimini selamlıyor. Bu devrime vesile olan Jîna Amînî şahsında tüm kadın özgürlük mücadelesi şehitlerini, Jin, Jiyan, Azadî devriminin şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum” ifadelerini kullandı.