İZMİR - Ege İnsan Hakları Okulu'nun birinci günü "Dünya Barış Deneyimlerinden öğrenmek" ve "Barışın inşasında hafıza, yüzleşme, hukuk" başlıklarıyla sona erdi. Burada konuşan Dr. Hülya Dinçer "Barışın inşası toplumsal bir müzakeredir" dedi.
Hukuk örgütleri tarafından düzenlenen Ege İnsan Hakları Okulu'nun, birinci günü "Dünya Barış Deneyimlerinden Öğrenmek" ve "Barışın inşasında hafıza, yüzleşme, hukuk" başlığıyla düzenlenen iki oturumla sona erdi. İlk oturmada İspanya'nın Bask bölgesinden gelen Avukat Urko Aıartza Azurtza, Katalonya bölgesinden gelen Katalonya Cumhuriyet Partisi (ERC) Genel Sekreteri Marta Rovir ve İrlanda'dan gelen Avukat Anurag Deb söz aldı.
İlk olarak söz alan Avukat Urko Aıartza Azurtza, ETHA ve İspanya arasında süren barış görüşmelerini anlattı. Çatışma süreçlerinden müzakere sürecine geçişin zorluğunu anlatan Azurtza, "İspanyol hükümeti ile bir yol haritası belirledik. Bu haritada her iki tarafın da atması gereken adımlar vardı. Bizim için önemli olan bizim tarafımızdan yapılması gerekenlerdi ve böylelikle karşı tarafı adım atmaya zorlamayı düşündük. Aksi durumda sürecin tıkanmış olduğunu düşündük. Gelişen süreçler sonrası biz siyasi olarak ilerliyorduk. Biziö için yeni bir strateji süreciydi. Bizim için önemli olan hedeflerimize yaklaşmamızdı. Hedefimiz siyasi özgürlüğümüzü yakalamaktı. Bu savaşı büyüklerimiz başlattı ama hedeflerine ulaşmadılar. Bizim de hedeflerimize ulaşmak için çabaladık. Bu noktada toplumu ikna etmek önemli" dedi.
'KADINLARIN MÜZAKERELERE KATILIMI KALCILIĞI SAĞLIYOR'
Ardından Marta Rovira konuştu. Barış süreçlerinde müzakerelerin katılımında kadınların az olduğuna dikkat çeken Marta Rovira, "Peki bu konularda kadınlara daha fazla niye ihtiyacımız var?" diye sordu. Kadınların müzakere süreçlerine katılımının sürece önemli derece katkısının olduğunun gözlemlediğini aktaran Maria Rovira, "Araştırmalara göre kadınlar süreçlere katıldığı zaman müzakereler daha kalıcı oluyor. Kadınlar oradaki gündemleri genişletiyorlar. Bu anlamda toplumsal cinsiyet perspektifi beyaz erkekler fazla olduğu zamana eksik kalıyor. Kadınlar resmi görüşmelerde toplumla ilişki boyutunda önemli köprü oluyor. Kadınlar aynı zamanda bu süreçte stresi de azaltıyor. Kadınların müzakerelere katılımı sadece masada bulunmak anlamına gelmiyor aynı zamana kurulan alt komitelerde de yer almaları önemli oluyor. Burada önemli olan konu kadınların olabildiğince süreçlere erken katılmaları lazım. Biz süreçlerde oluyoruz ama biz aynı zamanda karar verme noktasında da olmak istiyoruz. Bu süreçlerde bazen kadınların kararları dikkate alınmıyor" şeklinde konuştu.
Birinci oturumda son olarak söz alan Avukat Anurag Deb İrlanda'daki barış müzakerelerinde yaşanan zorlukları, kazanımları ve kayıpları anlattı.
ZAMAN, MEKAN, BEDEN VE HAFIZA
Son oturumda ise Özgür Amed, Dr Hülya Dinçer ve Prof. Dr. Levent Köker konuştu. İkinci oturumda ilk olarak söz alan Özgür Amed, zaman, mekan ve hafıza bağlamında devlet ve toplum arasında yaşanan çatışma boyutlarını anlattı. Amed "Devlet açısından zaman tasarlanabilen bir olgudur. Bizleri de tasarladığı zamanın içine sokmaya çalışıyor. Devlet için zaman üretim ve yönetim aracıdır. Devlet için geçen zamanın önemi vardır. Ama bizde zamanın hissiyatı önemli. Devlet için zamanın niteliği önemliyken bizim için nicelik önemli. Mekan ve beden anlamında da bir çatışma söz konusu. Mekan hafızanın bedenidir. Devlet bir olguyu değiştirirken mekanı değiştirir ve kendisine uyarlar. Harita devletin olgusal olarak belleğine yardımcı olur çünkü kontrol ve yönetimi daha kolay olur. Devlet haritalara üsten bakar ve içerisindekileri görmez. Bu anlamda Sur nitelik ve nicelik olarak devletin giremediği ve harita olarak gördüğü bir yerdi. Devlet daha sonra orayı düzleştirdi ve kendisine göre dönüştürdü, böylelikle hafızasızlaştırdı. Mekanı anlatan bir diğer boyut bedendir. Halkın bir bedeni vardır, bu bizim en büyük tanığımızdır. Bedenin yok oluşu yok etmekle oluyor. Bugün şiddetin ve sömürgenin olduğu her yerde bedenlere sinmiş bir şiddet vardır. Üçüncü çatışma boyutu unutturma. Ulus-devletlerin varlığı bir diğerinin unutuluşu ile olur. Devlet unutturabildiği kadar var oluyor, bizler de hatırladığımız kadar var oluyoruz. Haliyle burada kıyasıya bir yarış var. 50 yıldır bir savaş var bu savaşın bir hafızası var. Mesele hafızanın kimin lehine galip olacağı. Amed, ardından Dünya'daki hafıza merkezlerinden örnekler vererek hafızanın toplum için önemini anlattı" ifadelerine yer verdi.
'BARIŞIN İNŞASI TOPLUMSAL MÜZAKEREDİR'
Daha sonra konuşan Dr. Hülya Dinçer, politikanın üretilmesinde yargının kullanıldığına dikkat çekti. Toplumun tüm kesimlerine yönelik tüm baskılara rağmen barışın nasıl tesis edileceğini soran Hülya Dinçer, "Barış görüşmeleri kendiliğinden demokratikleşmeyi getirmiyor. Bu süreçler olumlu veya olumsuz sonuçlanabilir, yani bu süreçler doğrusal olarak işlemiyor. Barış süreci kendiliğinden demokratikleşmeyi getirmez ama adalet mücadelesinin önünü açar. Barışın toplumsallaşanın önünü açar. Barışın inşası toplumsal bir müzakeredir, bu sadece masadaki aktörlere bırakılamaz" dedi. Hülya Dinçer, ardından bu süreçlerde "Geçiş dönemi adaleti"nin ne olduğunu anlatarak Türkiye'de adil ve kalıcı barış için pozitif barışın önemine vurgu yaptı.
Programda son olarak söz alan Prof. Dr. Levent Köker, modern devletin hukukunun egemenlik yarattığını söyledi. Köker, "Türkiye Anayasası'nda egemen hukuk kendisini nasıl var ediyor? Anayasa "Türk vatanı ve milletinin ebedi varlığını ve yüce Türk Devleti'nin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu anayasa...' maddesi ile başlıyor. Hiçbir anayasa böyle başlamaz. Eğer bir anayasa böyle başlıyorsa çöpe atın o yasayı. Anayasanızın başlangıcı bu olursa anadilde eğitim de olmaz baskılar da olur. Bu paradigma coğrafyada bir 'kamp' manzarası yaratır. Bir halk haricinde diğer halklar ötekileştirilir" diye konuştu.
