Sozdar'ın yeni romanı 'Tirs': Yüzleştiğimiz oranda barışı inşa ederiz

img
HABER MERKEZİ – "Tirs" adlı yeni romanıyla 50 yıllık savaşın bireyde ve toplumda oluşturduğu yıkımının psikolojik etkisini işleyen yazar Roger Sozdar, "Kürtçe yazılan her eser geçmişte yaşananlara ışık tutup geleceğin nasıl olması gerektiğine katkı sunmalı" dedi. 
 
Yazar Roger Sozdar'ın yeni kitabı "Tirs", Bêjing Yayınları'ndan çıktı. Okuyucuyla buluşan eser Amed sokaklarında bir morg görevlisinin gözünden faili meçhul cinayetlerin izini sürerken failin hiç de meçhul olmadığının altını çiziyor. Devlet şiddetinin bireyde yarattığı korkunun derinlikli bir otokontrolüne ve irade kırılmasına dönüşüne odaklanan Roger Sozdar, iradesizleşen bireyin paranoya dönüşen dünyasına ışık tutuyor. Kürtçe "Tirs" anlamına gelen roman; korkunun, ölümün, direnişin ve başkaldırının psikolojik anatomisini çiziyor. Diyarbakır 9'uncu Kitap Fuarı'nda ilk kez okuyucu ile buluşacak olan "Tirs" için 25-26 Ekim'de imza günü düzenlenecek. Roger Sozdar'ın yurt dışında olması nedeniyle kitaplarını onun yerine annesi okuyucular için imzalayacak. 
 
"Tazî" ve "Rêzan û Çolo" kitaplarının da yazarı olan Roger Sozdar, eserlerinde dili yalnızca bir ifade aracı değil, aynı zamanda bir varoluş alanı olarak kullanıyor. Psikolojik derinliği, dilsel cesareti ve toplumsal bağlamı ile son kitabı "Tirs", çağdaş Kürt edebiyatında yeni bir kapı aralıyor. Biz de Roger Sozdar ile "Tirs" ı, dil ve edebiyatın Barış ve Demokratik Toplum Süreci'ndeki yerini konuştuk. 
 
Kürtçe ile yazmak sizin için tercihten çok, bir duruş gibi görünüyor. "Tirs" gibi psikolojik derinliği olan bir kitabı Kürtçe kaleme almak sizin için ne ifade ediyor? Kürtçenin duyguları, korkuyu ve insan ruhunu anlatmadaki gücünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Egemen olanın (baba-devlet) her şeyi görüyor olması ve buna karşı hiç bir şeyin yapılamazı. Aslında taşıdığı farkındalık itibarıyla travma yaratıyor. Kürtçe tam da bu noktada yani söylenemeyeni söyleyebilme konusunda çok zengin bir dil.
 
Bir Kürt olarak Kürtçeyi tercihler gibi konformist bir literatüre alamam elbet; bu, olduğum yere aykırı. Duruştan ziyade, kendim olmanın biricik yolu diyebilirim. Tirs'ı yazarken Kürdistan tarihinde yaşanan tüm devrimleri ve buna karşı hareketsizlikte ve tepkisizlikte kalan Kürt bireyine odaklandım. Sömürge altında yaşayan bir halkın içinde sıkıştığı çemberin bendeki yansımalarını ele aldım diyebilirim. Ve aslında bunu yazarken kendi deşifrasyon sürecimi de açığa çıkartmış oldum. 
 
Aslında tüm dillerin derinlikli duyguları ele alma zenginliği var. Çünkü dilin kendisi toplumsal refleksler ile gelişimini sürdürüyor. Ama burada Kürt halkının önemle görülmesi gereken bir oluşturulmuşluğu var. Kendi kimliğinden koparılan bir halk olarak öze dönüş bizde hep bir korkuya neden olmuştur. Bu korkunun dile yansıma biçime de tabii ki iz bırakır nitelikte. İşte egemen olanın (baba-devlet) her şeyi görüyor olması ve buna karşı hiç bir şeyin yapılamazı. Aslında taşıdığı farkındalık itibarıyla travma yaratıyor. Kürtçe tam da bu noktada yani söylenemeyeni söyleyebilme konusunda çok zengin bir dil. Kendi içerisinde evrene ve doğaya ait olan hemen her şeyin bir yansımasını taşıyor.
 
Kürtçe edebiyat, sadece bir dilin değil, bir halkın varoluş mücadelesinin de aynası. Sizce "Tirs", Kürtçe edebiyatın gelişiminde nasıl bir yere sahip? Kürtçe yazmak edebi üretimde size hangi sınırları veya özgürlükleri sunuyor?
 
Tirs'in Kürt edebiyatında edineceği yer tabii ki okurların beğenisine bağlı bir durum. Edebiyatımıza yapacağı katkının değerlendirmesini de yine onlar yapacak. Kürtçenin kendisi aslında hiç bir sınır çizmiyor yazara. Tam tersine alabildiğine geniş bir kavramlar deryası sunuyor. Ele alınan bir kelimenin pek çok farklı isme sahip olması ve bunun yazara değerli bir avantaj sunduğunu özellikle vurgulamak isterim. Kendi ana diline odaklanan her yazarın kendisini dilsel özgürlüğün içinde bulacağını söyleyebilirim. Eğer bir sınırdan söz edecek olursak bu anca kendinden kopmaktan, sömürüden ve asimilasyondan kaynaklandığını bilmemiz gerekiyor.
 
Kitapta korku, insan psikolojisinin derinlerinde bir yer tutuyor. Bu psikolojik temalar Kürt toplumunun yaşadığı tarihsel sorunlarla veya kolektif hafızayla bir bağ kuruyor mu?
 
Elbette, kendi toplumsal tarihinde ve kolektif hafızasında yer edinen olaylar ile bir bağ kuramayan eserin gerçeklikten uzak olduğunu söyleyebilirim. Tirs ile yansıtmak istediğim tam da bu toplumsal hafızanın bireye yansıması... Katliamlar, faili meçhuller bizlerde yarattığı derin yaraların nasıl bir tramvaya ve nihayetinde paranoya dönüştüğünü ele almaya çalıştım.
 
 
Kürtçe yazılan her eser geçmişte yaşananlara ışık tutup geleceğin nasıl olması gerektiğine katkı sunmalı. İşte Sayın Öcalan'ın 27 Şubat'ta başlattığı Barış ve Demokratik Toplum Süreci buna çok büyük bir avantaj sunuyor.
 
Barış ve Demokratik Toplum Süreci kültürel üretim üzerinde doğrudan etkili. Sizce Kürtçe yazılan edebiyat ve özellikle "Tirs" gibi psikolojik metinler, barış sürecine nasıl bir katkı sunabilir?
 
Kürtçe yazılan her eser geçmişte yaşananlara ışık tutup geleceğin nasıl olması gerektiğine katkı sunmalı. İşte Sayın Öcalan'ın 27 Şubat'ta başlattığı Barış ve Demokratik Toplum Süreci buna çok büyük bir avantaj sunuyor. "Nasıl oldu, nasıl yapılmalı" sorularının cevabı edebi anlatım ile verilebilmesi gerekiyor. Burada Tirs'a düşen görev ise 50 yıllık savaşın ve hatta ondan öncesinin toplum ve birey üzerine oluşturduğu yıkımın görünür kılınmasını sağlamak. Umarım bunu başarır ve toplumsal barış sürecine iyileşmeye bir katkı sunar.
 
Psikoloji gibi soyut ve derin bir alanı Kürtçede ifade etmekte ne tür zorluklar ya da keşifler yaşadınız? Dilin kendisi size yeni anlam alanları açtı mı?
 
Kavramsal olarak pek çok zorluk ile karşılaştım elbette. Kürtçenin eğitim dili olmamasından kaynaklı bazı kelimelerin karşılığına cevap bulamıyordum. Buradan anlaşılıyor ki tüm bilimsel dallarda Kürtçe kavramların oluşturulması ya da var olan temel kavramların Kürtçe dil yapısına uygun hale getirilmesi gerekiyor. Kürtçenin bana açtığı anlam alanları ele aldığım konunun kavramsal karşılığından çok toplumsal duygunun yarattığı bir anlam alanı oldu. Bu Tirs'ı kaleme almamda büyük katkılara neden oldu.
 
Sizce Kürtçe edebiyatın bugünkü rolü, sadece kültürel bir varlık mücadelesi midir, yoksa barış sürecinde demokratik toplum oluşumunu besleyen bir araç olabilir mi?
 
 
Barış sürecinin konuşulduğu yeni dönemde edebi eserlerin bu esen rüzgara doğru bir yön vermesi ve bu esintiyi toplumlar ile buluşturması şart. Kullandığı dil ve üsluptan kaynaklı barışın inşasında doğru bir araç haline getirilebilir.
 
Ebette, tüm toplumsal edebi eserlerin temelinde olduğu gibi Kürtçenin de kültürel bir varlık mücadelesi verdiğini ve eserlerini bu eksende oluşturduğunu belirtmek gerekiyor. Ama bilinmelidir ki Kürdistan'da yürütülen özgürlük mücadelelerinin yeni bir kimlik oluşturma ve inşa etme misyonu da her zaman olmuştur. Zaten bunun olması kaçınılmaz ve gereklidir de. Devlet oluşumunun deşifre edilmesi ve alternatif bir oluşum olarak demokratik toplumu sunması gelinen aşama olarak büyük anlam taşıyor. Barış sürecinin konuşulduğu yeni dönemde edebi eserlerin bu esen rüzgara doğru bir yön vermesi ve bu esintiyi toplumlar ile buluşturması şart. Kullandığı dil ve üsluptan kaynaklı barışın inşasında doğru bir araç haline getirilebilir. Bu gayet mümkündür.
 
"Tirs"i okuyan bir Kürt okur, sadece bir hikâye değil; aynı zamanda kendi iç dünyasının ve halkının yankısını da buluyor. Bu karşılıklı etkileşimi nasıl tanımlarsınız?
 
Kesinlikle kendisini görecektir; çünkü ele aldığım her duruş ve davranış bizden açığa çıkan bir yansıma. Eser ile okuyucu arasında bir bağ oluşturan ve okuyucunun eserdeki karakterde kendisini bulabiliyor olması, gurur verici bir duygu oluşturur elbette.  
 
"Tirs" korkudan doğan bir kitap gibi görünüyor; ama aynı zamanda cesareti çağırıyor. Sizce korkularımızla yüzleşmek hem bireysel hem toplumsal anlamda özgürleşmenin bir yolu olabilir mi? 
 
 
Çocuk kalan yanlarımıza baktığımızda hala içinde bir korkunun var olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz; gelişebilmenin ve nihayetinde öz kimliğine ulaşmanın tek yolu yüzleşmek.
 
Çocukluğumuzdan beri bu hep öyle olmadı mı? Bizler her zaman aşabildiğimiz korkularımız oranında büyüdük. Çocuk kalan yanlarımıza baktığımızda hala içinde bir korkunun var olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz; gelişebilmenin ve nihayetinde öz kimliğine ulaşmanın tek yolu yüzleşmek. Barış ve özgürlük kavramları direkt olarak bu yüzleşme ile ilişkili. Yüzleştiğimiz oranda özgürleşir, özgürleştiğimiz oranda barışı inşa edebiliriz.
 
Kürtçe yazan yeni kuşak yazarlara ve özellikle psikoloji, felsefe gibi alanlarda üretim yapmak isteyenlere ne önerirsiniz? Kürtçenin bu alanlarda gelişmesi için nasıl bir kültürel atmosfer gerekiyor?
 
Tabii ki evrensel psikoloji ve felsefî çalışmalarda bulunsunlar. Bilimsel dayanağı olmayan hiç bir iddia varlığını sürdüremez. Ama nihayetinde elde edecekleri veriler ile kendi toplumsal hakikatlerine geri dönüşü sağlamaları gerekiyor. Çünkü özü almaları gereken ana kaynak orası. Kürtçenin kendisini geliştirebilmesi için toplumsal korumacılık ya da içsel zenginlik bir yerden sonra yetersizliğe düşecektir. Bunun korunabilmesi için anadilde eğitimin şart olduğunu ve Kürtçenin akademik ve bilimsel kimliğine kavuşması gerektiğini önemle vurgulamak gerekiyor.
 
MA / Zemo Ağgöz