HABER MERKEZİ - Abdullah Öcalan’ın sürece dair gerekli adımları attığını belirten PKK Merkez Komite Üyesi Hêlîn Ümit, “Bu sürecin yasal ve siyasal, hukuki zeminlerinin hazırlanması, siyasal ve hukuki gerekliliklerinin yerine getirilmesi gerekir” diyerek iktidarı adım atmaya çağırdı.
PKK Merkez Komitesi Üyesi Hêlîn Ümit, gündemdeki gelişmeleri Medya Haber’de çıktığı programda değerlendirdi. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 4 Nisan’da Amara’ya yürüyen gençlere gönderdiği mesaja değinen Hêlîn Ümit, “Şimdi Önderliğin gençliğe yaptığı çağrı nedir? Örgütleyin, örgütlenin, toplumsallaşın, toplumsallık mücadelesini verin. Bizim mücadelemiz toplumcu bir mücadeledir, sosyalizm mücadelesidir. Sosyalizm toplumculuktur, en genel anlamda böyledir. Evet, bunun içerisinde akımları olabilir. Hani farklı farklı akımlar var. Biliyoruz; Marksizm’i var, Leninizm’i var. Onun dışında da ütopik sosyalistler var, çeşitli akımlar olabilir. Ama en genel anlamda sosyalizm, toplumculuk demektir. Ve Önder Apo bütün sorunlara, bütün sorunlarına -karşı karşıya kaldığı kimlik sorununa, varlık sorununa, ekonomik sorununa- her sorununa yoğunlukla çare aradı. Toplumculukla güç oldu. Eğer bugün bir kişinin hayatının nasıl milyonlara dönüştüğünü anlamak istiyorsak, bunun toplumcu yaşam ideolojisiyle, özgürlüğün toplumun özgürlüğüyle kurulan bağıyla ilişkisi var. Hemen bir parantez açayım. Mesela günümüzde özgürlük, gençliğin temel sorunu. Sadece belli bir bilinç kazanmış gençler açısından söylemiyorum; hemen hemen tüm gençler aslında mevcut verili sisteme ret temelinde gelişir, arayışları vardır yani” dedi.
DEMOKRATİKLEŞME TARTIŞMASI
Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”na dair Türkiye’de önemli bir gündem oluşsa da yeterli olmadığını ifade eden Hêlîn Ümit, “Kamuoyuna yansıyanlar dışında böyle bir anlaşma yoktur. Şunu biliyoruz: Önder Apo’nun aldığı bir inisiyatif var, geliştirmek istediği bir süreç var, bu temelde yaptığı çağrı var. Buna karşı hareketimizin, partimizin, PKK’nin yaptığı açıklamalar var. Haftalık olarak arkadaşların yaptığı değerlendirmeler oluyor. Bir de iktidar cephesinden çeşitli açıklamalar var. Her şeyden önce şunu gördüğümüzü ben ifade etmek istiyorum. Önemli bir konjonktürden, önemli bir süreçten geçiyoruz. Bu sorunun gündemde olması önemli, tartışılıyor olması önemli. Fakat tartışmalarda bazı handikaplar var, sorun teşkil eden yönler var. Her şeyden önce çok sağlıklı tartışıldığını düşünmüyorum. Mesela iktidar cephesinden yapılan açıklamalar, ağırlıkla ‘Biz bitirdik’ şeklinde. Buna indirgenmiş durumda. İşte ‘Kongre yapılsın, silahlar bırakılsın, böylelikle bu sayfayı kapatalım’ diyen bir yaklaşım var. Bunlar sağlıklı yaklaşımlar değil tabii ki. Çünkü Kürt sorunu denilen sorun, Türkiye Cumhuriyeti’nin neredeyse 100 yılını alan bir problem, bir sorun. Bunun esasta bu çerçevede tartışılması lazım. Türkiye’nin demokratikleşme sorunları çerçevesinde tartışılması lazım. Bugün bana hangi sorunu gösterirseniz gösterin, onun Türkiye’deki demokratikleşme sorunu ve Kürt sorunu ile bağlantısını rahatlıkla kurabiliriz. Bu, böyle yakıcı bir problemdir. O yüzden halen işin ağırlığını, ciddiyetini kavrayan yaklaşımlar olmadığını rahatlıkla belirtebilirim.
SİYASAL ORTAMIN OLUŞMASI İÇİN BİR KAPI AÇTI
İktidar kanadı açısından gözlemleyebildiğim ve değerlendirdiğimiz şey şu. Bir güven krizi var, kaygılı bir yaklaşım var. Oysaki gerçekten en büyük riski Önder Apo aldı, en önemli adımı Önder Apo attı, en büyük cesareti o gösterdi. Bununla ne yaptı? İşte içinden geçtiğimiz süreçte, aslında bölgede dengelerin değiştiği, konjonktürün her an kaymalar yaşadığı hassas bir süreçte yeni bir siyasal ortamın oluşması için bir kapı açtı. Bize de açtı, hakiki olarak bizim açımızdan da açtı. Mesela şöyle değil. Gerçekten şunun çok doğru anlaşılması lazım; PKK olarak bizim konumumuz zayıf bir konum değildir. Hemen hemen her konuda PKK gücünü koruyor. Bunu nereden anlıyoruz, bunu nasıl ölçebiliriz? Bu gerçeklik nasıl anlaşılabilir? Halk gerçekliğinde… Biz bir halk hareketiyiz. Newroz kutlamaları son yılların en yüksek katılımıyla gerçekleşen, en coşkulu, talepleri en net olan Newroz kutlamaları oldu.”
UMUT HAKKI
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çağrıyla ortaya koyduğu iradenin Newroz’da toplum tarafından büyük bir heyecan, coşku, umut kaynağı olarak karşılandığına işaret eden Hêlîn Ümit şu değerlendirmelerde bulundu: “O anlamıyla Önder Apo’daki cesaret, risk alma, adım atma, karşı tarafa adım attırma çabasını görüyoruz. Ama iktidar cenahında böyle çok kaygılı, korkak, gerçekten tereddütlü bir tablo görüyoruz. Esas olarak bu durumun aşılması lazım. Mesela şu söylem çok doğru değil. Mevcut Türkiye gerçekliğinde bu süreci yürüten en son Cumhurbaşkanı Erdoğan çıktı; ‘Bu süreci biz yürütüyoruz. Cumhur İttifakı olarak kendimiz muhatabız’ dedi. Bu iyidir süreci sahiplenme anlamında. Fakat şöyle denilemez; ‘Bizim içimizde görüş ayrılıkları var, farklılıklar var, bizim hakimiyetimiz yok.’ Mevcut iktidar, AKP-MHP iktidarı, böyle bir şeyle karşımıza çıkarsa bu bizde tereddüt yaratır. Çünkü her konuda irade gösterebilen, her türlü müdahaleyi yapabilen, istediği her yasayı çıkartabilen bir iktidar gerçekliği var. Ama söz konusu bu sürecin başlangıcında Önder Apo ne dedi? ‘Benim çatışmalı süreçten siyasi ve hukuki sürece çekecek gücüm vardır.’ Devlet Bahçeli, Cumhur İttifakı adına ‘Gelsinler, siyaset yapsınlar, umut hakkından yararlansınlar’ dedi.
Bu, onların tüm dünyaya, herkesin gözü önünde yaptıkları açıklamalardı. Şimdi çağrı yapılmıştır Önderlik tarafından, gerekli adımlar atılmıştır. Siyasi ve hukuki zemine çekmek isteyen bir iktidar var mı, yok mu? Asıl soru işareti burada. Çünkü gerçekten Türkiye’de çok geniş bir savaş rantçısı kesim oluşmuş, iktidarın içinde de bunlar var. Gerçekten iktidar kanadı, Bahçeli ve Erdoğan, bu rantçı kesime karşı bir müdahalede bulunacaklar mı? Türkiye’nin demokratikleşmesini gerçekten istiyorlar mı? Başta buna karar vermeleri gerekiyor. Önemli gördüğüm bir husus budur. O konuda bir tartışma var. Bu ikna edici değildir, kimse inanmıyor. Biz de inanmıyoruz, çok çeşitli çevreler de inanmıyor. Mesela deniliyor ki ‘Biz işte bu üslubu, bu zehirli üslubu, bize dönük bu tasfiye üslubunu kullanma durumunu genellikle şöyle ifade ediyoruz, toplumsal hassasiyetler var, bazı kesimlerin hassasiyetleri var.’ Açıkçası böyle olduğunu düşünmüyoruz.
Ben şunu söyleyebilirim. Marjinal kesimler deniliyor ya, böyle bir marjinal kesim var. Savaş rantçısı olan bir kesimdir. Bunlar çeşitli yerlere kümelenmişler, bunun rantını yiyorlar. Ama toplumun büyük çoğunluğu hangi cepheden olursa olsun -milliyetçi olabilir, muhalif cephede olabilir, AKP cenahından olabilir- önemli bir kısmı bu sorunun çözülmesini istiyor. Artık şöyle bir durum yok, Kürtlerin inkâr edilebileceği bir iklim yok yani. Artık herkes Kürtleri tanıyor, Kürt varlığını biliyor, bunun böyle gitmeyeceğini biliyor. Önemli gördüğüm bir husus budur.”
ÖCALAN’IN YÖN VERMESİYLE KONGRE TOPLANIR
PKK’nin kongresine dair tartışmalara da değinen Hêlin Ümit, “‘Önder Apo kongreye çağrı yaptı, niye PKK kongresini yapmıyor’ şeklinde tartışmalar devam ediyor. Ve şöyle bir argüman var. ‘PKK bunca yıldır bütün kongrelerini Önderlik katılmadan da yaptı ki, Önder Apo katılmadı ki fiziki olarak, kendi kongrelerini yaptı, yürüttü.’ Doğru, evet. Biz belki de sol sosyalist hareketler içerisinde en düzenli kongrelerin toplantılarını yapan, bu anlamıyla kendi içinde demokratik süreçleri işleten bir hareketiz. Yönetim mekanizmalarımızı hep böyle belirledik. Ortak kararlarımızı hep böyle aldık, böyle çalıştık. Bu doğru yani. Bunun için de şöyle bir şeye hiç şart koşmadık, kimsenin ruhu bile duymadı. ‘Bizim güvenliğimizi alın, şöyle yapın, böyle bir şeye gerek duyuyoruz’ demedik. O anlamıyla PKK’nin buna yeteneği de var, gücü de var, öyle sanıldığı gibi çok köşeye sıkıştırılmış, yapamaz gibi bir durum yok. Fakat bu durum farklı. PKK’nin feshi, stratejik değişim, silah bırakma gibi hususlar önderlik kararını gerektirir. Evet, doğru; PKK kendi kararlarını uygulamak istediği süreçlerde kendi kararlarını almıştır, pratiği yürütmüştür. Ama strateji değişikliğini kendisi yapmamıştır. Kendi kendine feshedemez PKK. Önderliksiz bunu yapamaz. Bunu ancak Önderlik yapabilir, ancak Önderlik ikna edebilir. Bir strateji değişikliği olacaksa, örneğin silahlı mücadeleden siyasi ve toplumsal mücadeleye geçiş yapılacaksa ya da silahlı mücadele bırakılıp şimdiye kadar yürüttüğümüz siyasi ve toplumsal mücadeleyi tek mücadele yöntemi olarak belirleyeceksek, bu ancak Önderlik sayesinde olabilir, Önderlik gerçekliğiyle olabilir, Önderliğin yön vermesiyle olabilir.
Ve bu şöyle de olamaz. Mesela biz özellikle Önderliğin esaretinden sonra katılan bir kesim arkadaşla çalışmayı yürütüyoruz. Bu sahada direnen, o büyük fedakarlıkları sergileyen arkadaşlarımızın hepsi, Uluslararası Komplo’dan sonra katılmış, Önderliğin özgürlüğü temelinde söz vermiş, bunun intikamını almak için kendini eğitmiş arkadaşlardan oluşuyor. Bir sosyal psikolojik gerçeklikten bahsediyorum, bu şaka işi değil, insanların canını ortaya koyduğu bir gerçeklikten bahsediyorum.
Önder Apo, İmralı’da fiziki olarak esaret altında olduğu müddetçe kimse rahat rahat gezemez. Diyelim ki yaptık, öyle bir karar da çıktı mesela, -ki çıkmaz- kimse bize bu kararı aldıramaz, kongreyi toplayabiliriz ama bu karar çıkmaz, onun anlaşılmasını istiyorum. Çıksa da kimse bu gençliği durduramaz, bunun iyi anlaşılması lazım. Bunu yapabilecek tek gerçeklik, Önderlik gerçekliğidir. O yüzden de Önder Apo’nun gerçekten koşullarının değişmesi lazım. Onun fiziki özgürlüğünün sağlanması, umut hakkı deniliyor ya… Bence onu bile tartışmamız çok gerekmiyor ama halen İmralı’da koşullar aynıdır. Halen Adalet Bakanı’nın izniyle gidiş geliş oluyor, böyle olamaz ki. Bir de kalkmış o Adalet Bakanı pişkin pişkin diyor ki “Bizim mevzuatımızda yoktur.” Bu kadar, işin ağırlığı budur. Böyle olamaz, Önder Apo esaret altındayken biz özgürüz diye dolaşamayız. Bu bir şart değil bir gerekliliktir, bir realitedir, bir gerçeklikten bahsediyoruz.
İKTİDARIN SÜRECE YÖNELİK HAZIRLIĞI YOK
Sen hem diyeceksin ki, gelsin umut hakkından yararlansın, gelsin DEM sıralarında siyaset yapsın, böyle üst perdeden söyleyeceksin-, sonra da hiçbir adım atmayacaksın, hiçbir gelişme yaşanmayacak bu konuda. Bunun emaresini görmeyeceksin, bu konuda herhangi bir sıradan açıklama bile yapmayacaksın, dilinin üslubunu bile değiştirmeyeceksin; sonra da diyeceksin ki, ‘Sen kongreyi yapmadığın için süreci sabote ediyorsun.’
Şimdi ben soruyorum vicdanlı insanlara. Sabote eden kimdir? Oyun oynayan kimdir? Derler ya, bizim aklımıza, yüreğimize bu tedirginliği, bu sorgulamaları, bu soruları sokan kimdir? Biz gerçekten iyi niyetle ve Önderliğimize olan derin bağlılığımızla Önder Apo’nun ortaya koyduğu perspektifi pratikleştirmek istiyoruz. Bu konuda halkımızın da, dostlarımızın da bu meselenin ciddiyetini kavrayan tüm duyarlı çevrelerin de hiçbir şüphesi olmasın. Fakat bu da böyle bir oldu bitti hikayesi olamaz. Bunun doğru anlaşılması lazım. Çok zordadır, dardadır, buna çok ihtiyacı vardır gibi bir durum yoktur. Bu sürecin çok iyi anlaşılması lazım gerçekten. Bölgede bu kadar gelişme varken, bu kadar risk faktörü varken, Kürtler üzerinde bu kadar hesap varken ve Önderlik böyle bir fırsat kapısı açmışken Türkiye açısından gerçekten tarihsel olarak Türk ve Kürt ittifakıyla Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına girilebilir. Böyle bir süreçte de olması gereken, karşı tarafın, iktidarın daha hazırlıklı olmasıdır. Hazırlıkları yoktur. Özellikle bu sürecin yasal ve siyasal, hukuki zeminlerinin hazırlanması, siyasal ve hukuki gerekliliklerinin yerine getirilmesi gerekir. Bu olursa elbette ki Önderliğimizin ortaya koyduğu irade Türkiye’yi demokratikleştirerek özgür bir ülke haline getirme gücüne sahiptir.
Konuyla bağlantılı olarak; şu da aslında tartışılıyor bazı kesimler tarafından. Anlamaya çalışan kesimler var bu süreci. Çünkü belirtildiği üzere ortada henüz somut atılmış bir adım yok. Haliyle birçok kişi, birçok kesim bu sürecin karakterini anlamaya dönük bir çaba içerisinde. Haliyle şöyle sorular da gelişiyor. Partinize dönük de gelişiyor: ‘PKK’nın kazandığı nedir? Hiçbir şey almadan mı bu kadar karar alınacak? Silahlar bırakılacak, parti feshedilecek?’ Bu da anlaşılmayan bir husus. Bazı kesimler gerçekten anlamak için bunu soruyorlar. Anlam veremedikleri için öğrenmeye çalışıyorlar. Bazı kesimler de belki de farklı niyetlerle bu tür konuları bir dönemde tutma çabası içerisine girebiliyor. Ama ne olursa olsun, bu soruların sorulmasına uygun bir zemin var.
ÖZGÜRLÜK ANLAYIŞIMIZ FARKLI
Bu önemli bir konu. Biraz anlatmaya çalışıyoruz meramımızı ama devletçi paradigma, devletçi bakış açısıyla yaptıklarımız çok anlaşılamaz. Mesela bize bunu söyleyen kesimlerin birçoğu -gerek sol sosyalist cenahtan olsun, gerek ülkücü milliyetçi yapılardan olsun- ‘Bu kadar 50 yıllık mücadele yürüttünüz, bu kadar bedel verdiniz, 40 bin şehidiniz var, her alanda gaziniz var, bu kadar şehit yakınları var, fakat somut elinize ne geçti?’ şeklinde bir yaklaşım sergiliyorlar. Bu yaklaşımlar aslında özünde bizden devletçi çözüm bekliyor. Neden devletçi çözüme yürümüyoruz, neden bir devlet talep etmiyoruz? Buna devlet diyelim, federasyon diyelim, çeşitli özerklik modelleri diyelim, ne derseniz deyin ama esas verilmek istenen mesaj, devletçi sistem içinde kendinize niye yer açmıyorsunuz, yaklaşımıdır. Bu konuda paradigmamız farklı, dünyaya bakış açımız farklı, özgürlük anlayışımız farklı.
BEŞİNCİ SAVUNMAYI HERKES OKUMALI
Bizim demokratik toplum değerlendirmemiz, demokratik toplum kavramsallaştırmamız ve bunu sistematize etmemizle, işte burjuva demokrasiler içerisindeki demokrasi anlayışı, kavramı, bunun kullanılma biçimi aynı değil. Mesela demokrasi aslında en genel anlamıyla halkın yönetimi demek, halk iradesi demek. Gerçekten biz radikal düzeyde halkın yönetimini savunuyoruz. Halk yönetimi olmalı ve bunun devletle olamayacağını savunuyoruz. Devletin kendisinin sınıf yarattığını, sınıflara dayandığını, ekonomik sömürü olmadan, toplumsal artıya el koymadan devletin var olamayacağını ama bunun da köleliğin, köleleşmenin, sınıflaşmanın, tabakalaşmanın, kastlaşmanın ana nedeni olduğunu savunuyoruz. Bir o noktadan bakmak ve öyle değerlendirmek lazım. O yüzden ben bir kez daha beşinci savunmanın okunmasını öneriyorum. Mümkünse her 5 savunma da okunsa iyidir. Çünkü diğer dört savunma, aslında beşinci savunmanın kavranması açısından tarihsel, felsefi ve bilimsel olarak gerekli verileri sunuyor okuyanlara.
İkinci olarak 5. Savunma’da ikinci bölümde bir değerlendirmesi var. Ben onu burada paylaşmak istiyorum, aklımda kaldığı kadarıyla. Önderlik PKK’yi şöyle tanımlıyor; ‘PKK çıkışında iki amaç taşıyor. Bir, Kürtlerin varoluşu; iki, kurtuluşu. Kurtuluş amacı vardı. Diyor; evet, kurtuluş görevleri tam anlamıyla yerine getirilmedi birçok yönüyle, eksik kaldı. Fakat PKK’nin en önemli özelliği var kılıcı özelliğiydi. PKK yok edilen bir halkı mezardan çıkarıp var kıldı. O yüzden PKK şimdi değil, PKK olarak ‘90’larda biz kazandık, ‘90’larda Kürt halkının doğuşunu, diriliş gerçekleşti dedik; işte sıra kurtuluşta. O anlamıyla hiç kimse PKK’nin Kürt toplumuna kazandırdığı şeyleri inkar edemez. İnkar edenlerin bilelim ki art niyetleri vardır, başka güçlerin hizmetindedir, o amaçla da argüman üretiyorlardır.
Bugün eğer dört parça Kürdistan’da, Ortadoğu’da bu kadar stratejik konumda olan bir halk gerçekliğinden bahsediyorsak -ki işte Başûrê Kurdistan meselesi var, o bile PKK’nin yürüttüğü mücadelenin yan sonucu olarak açığa çıkmıştır- Rojava’da bugün kendi iradesiyle devrimci halk savaşı stratejisiyle ayakta kalan, katliamları durduran, bölge halklarına umut olan bir bölge olmuştur. Buna kaynaklık eden Bakurê Kurdistan’daki aralıksız, soluksuz, nefes nefese yürüyen görkemli halk direnişidir. Ya bakın, Bakurê Kurdistan’da Kürt halkının başına gelmeyen kalmadı. Yapılmayan şey kalmadı. Ama yine de Newroz’da gördük ki, Kürt halkı Newroz’da düşmanın inadına, gözüne sokarcasına varlık duruşunu ortaya koymuştur. Bundan daha büyük kazanım mı var?
BİZ TÜRKİYE’NİN DEMOKRATİKLEŞMESİNİ İSTİYORUZ
İkinci bir şey de, şunu da çok söylüyorlar: ‘İşte bu kadar antidemokratik uygulamaların olduğu bir Türkiye’de siz bu iktidarla nasıl bir ilişki içerisinde bu adımları atacaksınız?’ Ya da işte şöyle algılanıyor; Bu adımlar atılırsa sanki mücadele duracak gibi. Değil. Biz mesela şöyle bir gerçeklik içinde değiliz, kimse öyle anlamasın. Biz ne iktidar tarafındayız ne muhalefet tarafındayız; öyle bir durumumuz yoktur. Biz Türkiye’nin demokratikleşmesini istiyoruz. Bütün sorunların da bu çerçevede çözülmesini istiyoruz. Bunun mücadelesini de sürdüreceğiz. Demokratik toplumu, demokratik ulusu açığa çıkarana kadar Türkiye’de bunun mücadelesini yürüteceğiz. Herkesin bunu bilmesi lazım. Mesela muhalefet tarafından şöyle şeyler söyleniyor: ‘İktidarla uzlaşıyor Kürtler.” Böyle bir panik var, böyle bir karalama var. İktidar cephesinden de ‘CHP tabanıyla bakın, kent uzlaşısı yaptılar bilmem ne yaptılar,’ gibi söylemler var. Orada da milliyetçiliği kaşıyan, hortlatan, öyle bir tablo açığa çıkıyor. Ben, muhalefetin içine sızmış bir yapı olarak görüyorum bu milliyetçi yapıları da. Öyle değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Fakat sonuçta ne oluyor? Kürt, Kürt toplumu değil mi, demokratik siyaseti savunanlara “Siyaset yapamazsın” denilmek isteniyor. Ya oradan olacaksın ya buradan olacaksın. Bu üçüncü yol siyaseti denilen şey tam da burada devreye giriyor. Şöyle anlaşılmalı: Biz Türkiye’de demokratik mücadelenin öncü gücüyüz. Böyle anlaşılmalı. Nerede demokrasi mücadelesi gerekliyse biz oradayız, onun mücadelesini yürüteceğiz. Bu şimdiye kadar da böyleydi. Bazı demokratik çevrelerin kaygıya düşmesini biz anlıyoruz: ‘Peki, acaba silahları bırakırsa, bilmem ne olursa mücadeleyi bırakıyor mu?’ Çünkü son elli yıldır demokrasi mücadelesi bizim sırtımızdan yürüyor. Evet, bundan sonra da biz bunu onurla taşıyacağız. Demokrasi mücadelesine öncü olacağız. Kimsenin bundan şüphesi olmasın.
ANTİDEMOKRATİK BİR TÜRKİYE’DE KİMSENİN HAKKI OLMAZ
Türkiye’de kamplaşma çok üst boyuta geldi. Bunu ortaya çıkaran, her şeyden önce iktidarın yürüttüğü siyasettir. Bunu böyle tanımlamak lazım. Kürtlerle mücadele etme adına Türkiye’de her şey kutuplaştırıldı. Kürt hareketini tasfiye etmek için, bizi tasfiye etmek için aslında böyle bir kutuplaştırma siyaseti yürütüldü. Her şey bunun üzerine inşa edildi. Sonuç, gelinen noktada Türkiye’nin büyük çoğunluğunun iktidardan artık duyduğu güvensizliktir. Oysa mesela AKP iktidara gelirken de öyle gelmemişti. Başta Kürtler olmak üzere onları yanına almak istemişti; Kemalistleri yanına almak istemişti. Vardı böyle bir çabası. Mağdur olarak gelmişti. Alevilerle ‘Alevi açılımı’ yapacağım demişti. Hemen hemen herkesi bütünleştirici bir dili vardı. Fakat özellikle bu son on yıldır, dediğim gibi, “çöktürme eylem planı” devreye girdikten sonra Erdoğan’ın kendisi bir savaş komutanı edasıyla yürüttü ve böyle kutuplaştırma siyaseti yaptı. Bunun birçok sonucu oldu. Bir, bu toplumsal kesimlerdeki güvensizliği derinleştirdi. Sadece CHP kanadı açısından söylemiyorum. Gerçekten de mesela bu İmamoğlu olayı etrafında Türkiye’de sokaklara dökülenlerin hepsi İmamoğlu için sokağa dökülmedi. Böyle değil yani. Bunun çok iyi okunması lazım. Ciddi bir toplumsal muhalefet var, rahatsızlık var, güvensizlik var.
Mesela Türkiye, Suriye’de etkili bir güç olduğunu söylüyor ama Aleviler katlediliyor. Bu acaba kendi ülkesindeki Alevileri nasıl bir yaklaşıma sürüklüyor? Yine mesela, cumhurbaşkanı olduğunu söylüyor ama bir partili olarak hareket ediyor ve Türkiye’nin önemli bir kesimini dışlıyor. Böyle bir gerçeklik vardır. Bu anlamıyla esas pay, iktidarın tutumundan kaynaklıdır. Bunu öyle görmek lazım. Fakat buna yaklaşım nasıl olmalı? Mesela nasıl değerlendiriyoruz biz hareket olarak? Az önceki sorunun cevabını kısmen tekrar ederek: Gerçekten bu sorunların hepsi Türkiye’nin demokratikleşme sorunlarıyla ilgilidir. Antidemokratik bir Türkiye’de hiç kimsenin hakkı yoktur, hukuku yoktur, garantisi yoktur. O yüzden biz şöyle bir denklem kurmuşuz; bizim diyalektiğimiz böyledir. Bunu kabul eden var, etmeyen var. Fakat nasıl ki kadın sorunu toplumun özgürlük düzeyini gösteriyorsa, Türkiye’de de Kürt sorunu demokratikleşmede gelinen düzeyi gösterir. Bu çözüldüğü oranda İmamoğlu sorunu da çözülür, kayyum sorunu da çözülür. KayyIm atamaları olmaz. Bu kutuplaştırıcı, düşmanlaştırıcı dil ortadan kalkar. Tartışma iklimi gündeme gelir. Bu, ancak demokratikleşme mücadelesiyle olur. Elbette nerede haksızlık varsa, nerede hukuksuzluk varsa, nerede demokrasi sorunu varsa, demokratik siyaset orada da kendisini bir irade olarak hissettirir. Böyle olmalıdır.”
Mevcut CHP yönetimi, Özgür Özel ekibinin bazı değişimler yapmak istediğini bunun gözlemlendiğini dile getiren Hêlîn Ümit, şunlara dikkat çekti: “Kürt sorunu konusunda da cesur adımlar atmak istedikleri anlaşılıyor. Kendi içlerinde “ulusalcı” dedik geçen sefer ama nasıl milliyetçi, aslında Kemalizmin en sağ yorumu diyebileceğim, öyle bir kesim var. Fakat şimdi belli bir bütünlük sağlandı. CHP içerisinde aslında iktidarın bu hamlesi, CHP’ye bir bütünlük kazandırmış gibi gözüküyor. Bu olumludur. Kendi içiyle uğraşan bir CHP’dense, bazı hedefler çerçevesinde mücadele eden bir muhalefet, elbette ki Türkiye halkı için daha faydalı bir denge unsuru haline dönüşebilir. Bunu sağlayabilirler. O noktada ben şunu söylemek istiyorum. Gerçekten Kemalizmin de doğru yorumlanması lazım. Bu konuda en yaratıcı farklı yorumu yine Önder Apo yapıyor. Bunun incelenmesini tavsiye ediyorum ben. Mesela işte 1920’ler Türkiye’si, 21’inde aldığı karar, 24’ünde aldığı karar, daha sonra Atatürk’ün Çankaya’ya hapsedilmesi, onun sonrası Kürtlere dönük yürütülen tasfiye operasyonları, Kürt isyanlarını bastırmaya dönük yürütülen saldırılar, giderek Cumhuriyet’in birinci döneminin tam bir Kürt soykırımı dönemine evrilmesi… Acaba işte çok savunulan Mustafa Kemal’i böyle bir ikon haline getirmek, putlaştırmak, ona her türlü sıfatı vermek iyi hoş da ama bir faydası yok. Eğer gerçekten Kemalizme ya da Mustafa Kemal çizgisine bağlı kalınacaksa, onun Cumhuriyeti hangi temellerde kurduğunu daha iyi işlemeli Kemalist kanat. Yani CHP daha iyi tartışmalı bunu. Daha önce Önderliğimiz de bir değerlendirmesinde; ‘Mustafa Kemal olsaydı biz bu sorunu daha erken çözerdik’ demişti. Gerçekten daha erken çözülürdü yani. Asla bu kadar kendi içini tüketen ya da kendi enerjisini içe harcamasına izin vermezdi. Konjonktürel nedenlerle Mustafa Kemal’in verdiği tavizler var. Bunu görmek lazım. Evet, belki bir ideolojik karmaşa da yaşıyor olabilir, tam netleşmemiş olabilir ama aslında işte 1919, 1920, 1921 arası değerlendirildiğinde, nasıl Kürtlere dayandığını, Kürdistan’a dayandığını, Erzurum ve Sivas Kongrelerine dayandığını, bu temelde çıkış yaptığını, Kurtuluş Savaşı’nı bu temelde örgütlediğini, başta muhtariyeti, özerkliği Kürtler açısından tartıştığını… Herhalde diğeri kadar bu da gerçektir.
Hangisini tercih edecek CHP cenahı? Böyle Kurtuluş Savaşı’nı kazanmaya yol açan bir Mustafa Kemal gerçekliğini mi, yoksa 1924’ten sonra Kürt inkârıyla, o anayasayla Çankaya’ya hapsedilmiş, eli kolu bağlanmış bir Mustafa Kemal gerçekliğini mi tercih etmeleri lazım? Onu söyleyebilirim. Eğer bu temelde gerçekten söylediklerine sahip çıkarlarsa hem Türkiye’nin 22’nci yüzyılında muhalefet olarak rol oynayabilirler hem de öz eleştiri vermiş olabilirler.”