ANKARA - Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’nda, Adalet Bakanı’na çağrıda bulunan milletvekilleri, siyasi tutsakların Barış ve Demokratik Toplum Süreci gözetilerek serbest bırakılması gerektiğini belirtti.
Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’nda 2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi’nin görüşmeleri devam ediyor. Komisyonda, Adalet Bakanlığı ve bağlı kurumların bütçe teklifleri görüşüldü. Görüşmede söz alan Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Şirnex Milletvekili Newroz Uysal Aslan, kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri ve cezasızlık ile ayrımcılığa işaret etti.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un yaptığı sunumunda, bu konulara dair tek bir cümle dahi sarf etmediğini belirten Newroz Uysal Aslan, “Mevcut politikalardaki sessizliğini, kadına karşı her türlü şiddetin ve Bakanlığın sorumluluğunu nasıl görmezden gelişini bir kez daha açığa vuruyor. Bakanlığınız bütçesi adaleti, toplumsal barışı konuşmak yerine, infazda olmayan eşitlik ve adaletin gölgesinde, tarafsız ve bağımsız yargının yokluğunun gölgesinde ceza politikasını finanse edip bütçelendirmeye devam ediyor” dedi.
‘HUKUK KRİZİ BETONLA SIVANIYOR’
Son beş yılda bakanlığın yüzün üzerinde cezaevi yaptığı bilgisini anımsatan Newroz Uysal Aslan, “Bu bütçe kimin hayatına, ne yatırım yapıyor?’ diye sorduğumuzda yine taştan koğuşlar, betondan duvarlar cevabını alıyoruz. Utançtır ki ‘yeni nesil cezaevleri’ diyerek güneş görmeyen yapılarla, tecrit sistemleriyle övünüyorsunuz. Her yeni cezaevi ihalesi bir adli destek merkezi, bir kadın sığınmaevi, çocuk merkezi, bir uzlaşma ya da onarıcı adalet programından eksiltme anlamına gelmekte. AYM ve AİHM kararlarının uygulanmadığı, ifade, örgütlenme özgürlüğünün daraltıldığı bu ülkede yeni nesil cezaevi hukuk krizini betonla sıvamak, siyasal krizi duvar kalınlığıyla yönetmeye çalışmak demektir” diye belirtti.
'ÖLÜM VE ÖLDÜRME REJİMİ VAR’
Cezaevinde yaşanan ölümlere ve intihar olarak açıklanan ölümlere işaret eden Newroz Uysal Aslan, “Yalnızca 2024'ün ilk on bir ayında 68 kişinin intihar ettiği kayıtlara geçti, bunların çoğu şüpheli ölüm. Sizin verilerinize göre 2024 yılı genelinde hayatını kaybeden mahpus sayısı 818 yani her gün en az 2 mahpus Türkiye'deki hapishanelerde can veriyor. Cezaevlerinde âdeta adı konulmamış bir ölüm ve öldürme rejimi işliyor. Bu veriler size ne ifade ediyor Sayın Bakan? Hiçbir şey anlatmıyor mu? Siz cezaevlerindeki doluluğu böyle mi boşaltıyorsunuz? Bu mu insan onuruna uygun cezaevi sisteminiz” diye sordu.
TAHLİYE ENGELLENMELERİNE TEPKİ
İdare ve Gözlem Kurulu’nun tutsakların tahliyelerini engellemesine de değinen Newroz Uysal Aslan, kurulların engelle yaptığı gerekçelere işaret etti. Nevroz Uysal Aslan, “Pişman mısın?’ ‘Kimliğinden, düşüncenden vazgeçtin mi?’ ‘Siyasi tutumunu değiştiriyor musun?’ İstediği cevabı almadığında ise özgürlük yok, yaşam yok, tıpkı Sincan Cezaevinde Sermin Demirdağ örneğinde olduğu gibi. 7 kez kurulda değerlendirme yapıldı Demirdağ hakkında ancak yine tek bir tahliye yok, tıpkı Sincan'da tahliye edilmeyen tek bir mahpus kadın gibi. Mahpuslara PKK'nın silah bırakma süreçleri hakkında ‘Kaç kişi silah bıraktı? ‘Herkes neden bırakmadı?’ diye sorular soruyorsunuz. Bu soruları kim hazırlıyor? Bu sorular Bakanlığınızın değerlendirme onayından ne kadar geçiyor? Yoksa Sayın Bakan siz değilse, bu cezaevlerindeki bu soruları kontrol edemediğiniz yapılar mı soruyor” ifadelerini kullandı.
HASTA TUTSAKLARA DEĞİNDİ
Hasta tutsaklara da değinen Newroz Uysal Aslan, “Bazıları nefes alamıyor, engelli mahpuslar tek başına yürüyemiyor, bazıları ise hafızasını kaybetmiş, kendi adını bile söyleyemem mahpuslar var ama adaletiniz... Siz diyorsunuz ki: Ölüm gelene kadar içeride kalacaksın ya da ölümün kıyısında tahliye olacaksın. Bu sistem insanlık onurunu öldürmeye, bu onurdan geriye hiçbir şey bırakmamaya kast değilse nedir? Bu çürümenin altında yatan temel mekanizmalardan biri de her seferinde gerekçe olarak bizlere sunduğunuz Adli Tıp Kurumu. Çünkü ağır hastaları içeride tutan kararlar sizin bilimsel diye arkasına sığındınız bu Kurumun imzasını taşıyor. Manisa Akhisar Hapishanesinde Hüseyin Felek; ileri yaşına ve kanser hastası olmasına rağmen 2 kez Adli Tıp Kurumu tarafından ‘Cezaevinde kalabilir.’ raporu verildi, tahliye etmediniz ve 10 Kasım 2025'te kurul kararından kısa bir süre sonra hapishanede yaşamını yitirdi. Ceza politikasının ölümcül bir aparatı hâline getirdiğiniz bu mekanizmanın gölgesinde insanlar ölüyor. Bu nedenle ATK'nin ardına saklanamazsınız. Çünkü bu Kurumun bilimsel verilere dayanmayan, kararlarından ve siyasi nüfuzu müdahalesiyle hazırladığı raporlardan sorumlu olduğunuz kadar ATK'yi bu durumdan kurtarmakla da yükümlüsünüz” diye kaydetti.
SORULAR SORDU
Newroz Uysal Aslan, Tunç’un yanıtlaması istemi ile şu soruları sordu: “Son beş yılda ATK'nin ‘Cezaevinde kalabilir.’ dediği kaç mahpus cezaevlerinde yaşamını yitirdi? Bir de ATK'nin cezaevinde kalamaz raporlarına rağmen cezaevlerinde tutulan ve hayatını kaybeden mahpus sayısı kaç? Adli Tıp Kurumlarına götürüldüğü süreç içerisinde kurumların vermiş olduğu raporlara uzun süre bekleme hâlinde, kurul raporu yetişmediği süreç içerisinde yaşamını yitiren mahpus kaç? Yine hakeza Kurumun cezaevlerinde kalamaz raporlarına rağmen savcılık gerekçesiyle toplum için tehlikeli statüsünde görülüp de tahliyesi engellenen mahpus kaç? En son Elâzığ Hapishanesinde infaz hâkimliğinin vermiş olduğu bir karar var, infaz hâkimliği vermiş olduğu kararda mahpuslara pişmanlık sorusunun dayanağı olan Anayasa ve yasalarda değil- yönetmeliğin kötüye kullanıldığını, mahpusların yargılama sırasında mahkemeler tarafından sorulabilecek soruların kurul eliyle sorulamayacağına dönük bir mahkeme kararı var. Bu karara karşın kurullarla ilgili yürütülen süreç ne?”
ADLİYE VE MAHKEMELERE DEĞİL HUKUKA İHTİYAÇ VAR
Söz alan DEM Parti Wan Milletvekili Zülküf Uçür, 2002’de Türkiye’de 78 adliyenin olduğunu anımsatarak, “Şu anda 391 tane var. Ayrıca mahkeme sayısı yüzde 3 bin oranında arttı. Bakan bunu, ‘Başarı’ olarak nitelendiriyor. Ancak durum gerçeği yansıtmıyor. Sayın Bakan, mahkemelere, mahkeme sayılarındaki artışa ihtiyaç duyan toplum maalesef ki özgürlükten ve demokratik ölçülerden uzak bir toplumdur. Dolayısıyla, bizim açımızdan burada esas olan, mahkeme sayılarındaki artışı sağlamak değil mahkemelere, yargı makamlarına ihtiyaç duymayan, demokratik toplum ilkelerini ve esaslarını dikkate alan ve toplumun kendi kendini yönetebileceği bir toplum inşasını sağlamaktır. Dolayısıyla, burada bizim için esas olan, ahlaki ve politik toplumun yani demokratik toplumun mahkemeye minimum ihtiyaç duyduğu bir düzenin, bir toplum inşasının sağlanmasıdır. Gerçekten yargının bağımsızlığı ve gerçekten toplumun adil, eşit bir şekilde yönetilmesi ve mahkemelere ihtiyaç duymayan bir toplumun oluşturulmasını istiyorsa öncelikli olarak ahlaki ve politik toplumun inşası için çaba yürütmeli” diye konuştu.
KARARIN UYGULANMAMASI İLE NE AMAÇLANIYOR?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş hakkında verdiği ihlal kararının henüz uygulanmamış olmasına da dikkat çeken Uçar, “Bu karar aslında bize mahkemelerin ne denli bağımsız yürütülmediğini, adil yürütülmediğini de net bir şekilde önümüze koyuyor. Toplum hâlâ Demirtaş kararıyla birlikte Kobani kumpas davasındaki bütün siyasi tutsakların da özgürlüğünü bekliyor ama istinaf mahkemesi henüz buna dair herhangi bir karar almış değil, ne yapacağını ortaya koyan bir tavır geliştirmiş değil. Bakanlık olarak bu yönde açıklamalarda bulundunuz ama kesin olan bir mahkeme kararına rağmen istinafın bu tutumunu da ayrıca ortaya koymak gerekiyor. Acaba istinaf mahkemesi hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararını, kesin olarak verilmiş olan bir kararı uygulamayarak acaba barış ve demokratik toplum sürecini mi hedef alıyor?” tepkisinde bulundu.
‘DERHAL TAHLİYE EDİLMELİLER’
Uçar, sözlerini şöyle sürdürdü: “Acaba istinaf mahkemesinin orada bulunan hâkimleri, yargı makamları bu süreci mi bozmaya çalışıyor, ne yapmaya çalışıyor; bunun bir an önce kamuoyuna açıklanması Bakanlık olarak sizlerin de bir sorumluluğu olarak istinaf mahkemesinin yargının kararını, kesin olan bir kararı neden uygulamadığını sorgulaması gerekiyor. Usul ve esastan derhâl bozulması gereken bu karara karşı, istinaf mahkemesinin direnmesine karşı Bakanlık olarak bir an önce hem Sayın Selahattin Demirtaş'ın, Figen Yüksekdağ'ın ve Kobani kumpas davasında esir tutulan bütün arkadaşlarımızın derhâl tahliyeleri sağlanmalı ve sürecin gidişatına zarar veren bu tarz tutumlardan uzak tutulması sağlanmalıdır.
SİYASİ TUTSAKLARA İHTİYAÇ VAR
İçinde bulunduğumuz sürecin ufku demokratik toplumdur. Siyasi tutsakların özgürlüğü tam da bu ufukla ilgilidir. Siyasi tutsakların özgürlüğü birçok sonuç doğuracaktır ancak en önemli katkıları şüphe yok ki demokratik toplum inşasında söz konusudur. Hem teorik birikimleri hem de çözüm iradeleri onları demokratik toplumun doğal öncüsü yapıyor. Demokratik toplumun özgür bireyi bizzat siyasi tutsakların şahsında ortaya çıkıyor. Hemen şu anda özgür kalmaları bu sebeple zorunludur. Sayın Öcalan demokratik toplum inşasının özü olarak komünal örgütlenmeyi işaret ediyor. Bu konuda da deneyim ve birikimi en yoğun olanlar ise yine siyasi tutsaklardır. Özce ifade etmek gerekirse toplumun özgürleşmek ve demokratikleşmek için siyasi tutsakların özgürlüğüne ihtiyacı var.”
‘AYM VE AİHM KARARLARI UYGULANMIYOR’
Söz alan CHP Milletvekili Süleyman Bülbül ise adil yargılama ve masumiyet karinesine dikkat çekerek, bu iki husus konusunda karanlık bir tablo olduğunu ifade etti. Bülbül, “Kuvvetler ayrılığına son veren 2017 Anayasa değişikliği, bu yılı âdeta anayasal düzeni ilga girişimleri yılına dönüştürdü. Örnek çok Sayın Bakan, yargı reformu diyerek getirdiğiniz yargı paketleriyle AYM kararlarını yok saydınız. AYM kararlarını tanımayan mahkemelere cesaret vererek Türkiye'yi bir anayasasızlaştırma sürecine teslim ettiniz. Tayfun Kahraman, Can Atalay, Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Figen Yüksekdağ AYM ve AİHM kararlarına rağmen hâlen cezaevinde. Eskiden tahliye ve tutuklama kararlarını hâkimler verirdi, bugünse siyasi partilerin genel başkanları, kimin tahliye edilip kimin tutuklanacağını kürsülerden ilan etmeye başladı” diye konuştu.
